10 Kasım 2014 Pazartesi

KUTUP YILDIZI-2...

Vizyonu neredeyse sınır tanımaz Ata’nın. Örneğin, kelimenin tam anlamıyla ‘kırk-dökük’ bir ulusu beden eğitimine yönlendirmek bir kapris değil, ihtiyaçtır onun gözünde. Atatürk’ün; ulusunun eğitim seferberliğinin yanı sıra beden sağlığına verdiği önem, duyup tekrarlayageldiğimiz ‘Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.’ özdeyişinde tarifini bulur. 1938’de Fransa’da yayımlanan L’Auto dergisi Atatürk’ü; ‘Dünyada ilk defa beden eğitimini zorunlu kılan devlet adamı.’ olarak tanıtır. Gazi Koşusu, Türk futbolunda Gençler Ligi, Beden Eğitimi Yüksek Okulu, Bisiklet Takımı, Su Sporları, Türk Kuşu, Gençlik ve Spor Bayramı… Ata’nın spora katkılarının sadece satır başlarıdır.

Kurtuluş Savaşı galibiyeti bir sonuç değil, bir başlangıçtır. Ve ah… daha yapılacak o kadar çok şey vardır ki.

Onun için ve kendi sözleriyle; “Ağaçsız toprak vatan değildir!”
Nuri Conker tarafından; bakımsız, çorak, hastalıklı, sarı, sadece bakmanın bile insanı bedbin ettiği, büyük kısmı bataklık, sıtma kaynağı, akbabaların yuva yaptığı, ısırgan otunun bile bitmeyeceği bir toprak olarak rapor edildi. Atatürk; “Ben zor olanı yapayım da siz arkamdan kolay olanı nasıl olsa devam ettirirsiniz.” diyerek 20.000 dönümlük bu umutsuz araziyi kendi parasıyla satın aldı. Ve 5 Mayıs 1925 tarihinde bir Hıdırellez günü Atatürk Orman Çiftiği’nin temeli atıldı. İlk iş olarak (bir cümlede ifade etmek ne kadar kolay oluyor) bataklık kurutuldu. Sekiz yıl içinde 3 milyon ağaç dikildi. Kısa süre sonra sebzeler yetişmiş, buğdaylar baş vermiş, tarlalar yeşermiş, bağlar ilk üzümlerini vermiş, yoğurt ve peynir üretimi başlamış, envai tür meyve fidanı dikilmiş, gelenler akasya ve Ata’nın en sevdiği ağaç olan Söğüt gölgesinde oturur, çocuklar Karadeniz adı verilen havuzda cıvıltılar içinde yıkanır olmuşlar, bir bira fabrikası ve halkın ferah ferah oturup biralarını yudumlayacağı bir bira parkı kurulmuş, süt, malt, buz, soda-gazoz, yoğurt-peynir-ayran, şarap, deri, ziraat aletleri ve demir fabrikaları işletmeye açılmış ama nedense, Atatürk’ün, döneminin ve dünyanın bu en güçlü liderinin aklına yoktan var ettiği bu çevre mucizesinin bir yerlerine bir Başkanlık Sarayı yaptırmak gelmemiştir. Tam aksine; hastalığının son günlerinde başucunda oturan Afet İnan’a, toprağına olan özlemini ancak büyük insanlarda rastlanabilecek bir tevazuyla; “Gidelim Afet. Bir orman kenarına gidelim, her şeyi bırakalım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda yeter. Evet hemen gidelim ormanlara, hele ben bir iyileşeyim de…” sözleriyle dile getirmiştir.

Atatürk; içinden yetiştiği Osmanlı disiplini ve yönetim anlayışına için için her zaman direnmiş, mevki, makam hatta hayatını kaybetme pahasına monarşiyle asla uzlaşamamış bir kişiliktir, adeta doğuştan cumhuriyetçidir ve tarihimiz boyunca bu topraklarda kurulan Türk devlet ve toplulukları içinde cumhuriyet kavramının önüne ilk kez ‘Türkiye’ ismini koymuş bir önderdir. 
Hayatında Türkiye'ye ayak basmamış, ülkemiz ve insanımızla doğrudan bir bağı olmayan ABD'li Psikiyatri Profesörü Arnold LUDWIG, KING of the MOUNTAIN (Dağın Kralı) adını verdiği kitabında yer alan ‘şimdiye kadar yapılmış en geniş kapsamlı ve anlaşılabilir politik liderlik araştırması’ bölümünde, 20. yüzyılda tüm dünyada ülke yönetmiş, Abdülhamid'den
Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaulle'den Nehru'ya, Churchill'den
Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya, Stalin'den Nasır'a ve Arafat'a, 2000 kadar lider hakkındaki 18 yıllık araştırmasının sonucunda, 377 kişiden oluşan bir belli başlı devlet adamı/lider listesi oluşturmuş ve onlara 200 kadar değişik kıstasa göre, 1'den 31'e kadar puan vermiştir.

 Sadece tek bir lider; 31 tam puan ve ‘vizyoner’ sıfatıyla, 20. yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı/lideri unvanına layık görülmüştür. Ne kutlu bir ulusmuşuz ki o da bize nasip olmuştur.

1934 yılında, Çanakkale Şehitleri anısına yapılacak bir anıtın temel atma  töreni için, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya görevlendirilmişti. Hareketinden bir gün önce, Çankaya’ da akşam yemeğindeydiler. Atatürk sordu:

“Yarın sen gidiyorsun Çanakkale’ye Şükrü Bey, öyle değil mi?
“Evet Paşam!”
“Orada nasıl bir konuşma yapacaksın?”
Şükrü Bey şaşırmıştı. Kendini toparladı:
Paşam” dedi, “Yahya Çavuşları, Seyit Onbaşıları, Arıburnu’nu, Conkbayırı’nı, Anafartaları anlatacağım…’Ben size ölmeyi emrediyorum…’ dediğiniz Kemal Yeri’nden konuşacağım, 250 bin şehit, yaralı sakat verdiğimiz, Mehmetçiğin o muhteşem zaferini anlatacağım, sizi anlatacağım!”
Sofrada soluk kesilmişti. Gözleri buğulanmış, belli ki o günlere gidilivermişti:
“Hayır, çocuk hayır.” dedi. “O günler çok gerilerde kaldı. Siz sofraya devam edin!”.
Sonra sofradan kalktı, kütüphaneye gitti, bir saat sonra, elinde bir metinle döndü. Bu metindeki satırlar, bugün Şili’den Montreal’e, Havana’dan Budapeşte’ye kadar birçok ülkedeki Atatürk anıtlarının kaidelerine olduğu gibi tüm dünya analarının yüreklerine de kazındı: 
“Bu memleketin toprakları üzerinde canlarını veren kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen anneler, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır.”

İşte bu da; ‘insan’ Atatürk’tür.

Kaynakça:
• Nutuk ATATÜRK
• Akl-ı Kemal (4 Cilt) Sinan Meydan
• 1923-2023 Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı İlber Ortaylı
• Çeşitli internet Araştırma ve Kaynakları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder