Cumhurbaşkanlığı aday tespiti çalışmaları sırasında gerek sanal mecrada
gerek basında, hatta gerekse partilerin kendi içlerinde kadın olsun, erkek
olsun bir çok isim ön plana çıkarıldı. Hepsi saygın, seçildikleri takdirde o
makamın hakkını verebilecek isimlerdi. Ama zaten sihirli sözcük de ‘seçildikleri takdirde’ idi. Ülkenin
içine sürüklendiği içler acısı hal ortadayken, gönlümden ne geçerce geçsin,
salt bir protesto hareketinden ileri gitmeyecek ve (bana göre) ne yazık ki
seçilme şanslarının hiç olmadığı aday adayları idiler bunlar. Çünkü vaktin ‘gönülle’ değil, ‘akılla’ bakma vakti olduğuna inanıyorum. Köşe yazarları, bilim
insanları, siyasetçiler, hatta önerici partilerin kendi içinden birçok insan
Sayın Kılıçdaroğlu’na ağır eleştiriler ve Sayın İhsanoğlu’na; doğrulukları ya
da yanlışlıkları ancak uygulama sırasında görülebilecek suçlamalar getirdiler.
Bu seçimin arkasında ABD-Suudi Arabistan parmağının olduğunu söylediler.
Perde arkasında Sayın Abdullah Gül’ün olduğu iddia edildi. İş, şu ABD’de
yaşayan hazrete kadar dayandırıldı. Bu ülkede 40 yıldır dürüstlüğünden hiç bir
zaman ödün vermemiş saygın basın mensuplarının başında gelen Sayın Uğur Dündar,
Sayın Kılıçdaroğlu’na bu soruların hepsini sordu ve siyaset dünyasında örneğine
az rastladığımız dürüst, açık, deyimimi mazur görürseniz, kıvırtmayan net
cevaplar aldı. Okuduğum, geriye kalan birkaç gazetenin, yıllardır izlediğim ve
görüşlerine saygı duyduğum, fikirlerinden beslendiğim yazarları bile kendi
içlerinde dil birliğine varamıyorlar. Onlara kıyasla ben küçük bir insan, sade
bir vatandaşım. Olaylar ve kişiler hakkında elbet benim de yaşımdan ve
yaşadıklarımdan kaynaklanan kendi çıkarımlarım var. Ama böylesi bir durumda bir
tarafa ‘inanmak’ zorunda
hissediyorum kendimi. Çünkü o taraf, en azından içinde bir ‘bilinmez’i içeriyor. Diğerinde bizi
nelerin beklediğini ise artık sadece biz değil bütün dünya görüyor, biliyor.
Artık ağaca değil ormana bakma zamanıdır diye düşünüyorum. Tabii ortada
orman bırakırlarsa. Bizi bekleyen geleceğin ne olduğunu görebilmek için geride
bıraktığımız 12 yıl yetmiyorsa; uzmanların “Burada
ot bile yetişmez.” dedikleri arazide Ata’nın vatan ve toprak sevgisiyle
oluşturduğu Atatürk Orman Çiftliği’nde on binlerce ağacın kesilmesiyle yok
edilen ormanın yerinde yükselmekte olan, üstelik yargının durdurulması ve yıkılması
kararını almasına karşın; “Sıkıysa gelin, yıkın.” hoyratlığıyla ve yasalar
alenen hiçe sayılarak inşasına devam edilen; 1000 (evet yazıyla; BİN) odalı
saltanat sarayına bakmak yeter.
Hatırlarsanız Kenan
Evren; o meşhur anayasa oylamasının kuyruğuna takılarak kendini Cumhurbaşkanı
seçtirmeden önceki süreyi ‘Devlet Başkanı’ sıfatıyla geçirmişti ve bugün o
sistemin bizi nerelere getirdiği ortada. Sonuçta karar vermemiz gereken temel
nokta bir Cumhurbaşkanı mı yoksa, gidişatı belli olan olası bir ‘Başkan’ ya da
(o çok bilinen, kurbağanın sıcak suda alıştıra alıştıra haşlanışına benzer bir
sistemle) bir -ne demekse- ‘Yarı Başkan’ mı seçeceğimiz. Haftalardır bu köşeyi
ve okuma sabrını gösteren dostları meşgul ettiğim yazı dizimin son cümleleri
olarak; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, okuduklarımla ve dinlediklerimle
öğrenmeye çalıştığım, inanmak istediğim ama henüz tanımadığım, bilmediğim bir aday
olan Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğim. Belki zaman beni haksız
çıkaracak, belki hayatımın birçok yol ayrımında yaptığım hatalardan birini daha
işlemiş olacağım. Ama denenmeye değer buluyorum, çünkü diğerini BİLİYORUM.
Bunlar, hep söylediğim gibi, benim öznel değerlendirmelerimdir ve kimseyi
yönlendirme amacına yönelik değildir. Bir istisna dışında. Özellikle sanal
mecrada ‘ikisine de oy vermeyeceğim’
görüşüyle çok sık karşılaşıyorum. Bu bana tuhaf geliyor. Mevcut şahsa oy
verecek kitle belli ve ‘ikisine de oy vermeyeceğim’ görüşünü dile getirenlerin
o toplulukta yer aldıklarını sanmıyorum. Hal böyleyse bunu söylemek ve böyle
yapmakla sanki o ikisinden birini de bir seçenek olarak kabul ediyor olmuyor
muyuz? Ve bu bir anlamda başımıza gelen her şeyde sorumluluğu olan ‘yetmez ama
evet’ anlayışının, en azından bizlerin şu aşamada yapmamamız gerektiğine
inandığım yeni bir ‘YETMEZ AMA HAYIR’ versiyonu olmuyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder