19 Temmuz 2014 Cumartesi

ÇATI-4... (Geçen haftadan devam.)

Cumhurbaşkanlığı aday tespiti çalışmaları sırasında gerek sanal mecrada gerek basında, hatta gerekse partilerin kendi içlerinde kadın olsun, erkek olsun bir çok isim ön plana çıkarıldı. Hepsi saygın, seçildikleri takdirde o makamın hakkını verebilecek isimlerdi. Ama zaten sihirli sözcük de ‘seçildikleri takdirde’ idi. Ülkenin içine sürüklendiği içler acısı hal ortadayken, gönlümden ne geçerce geçsin, salt bir protesto hareketinden ileri gitmeyecek ve (bana göre) ne yazık ki seçilme şanslarının hiç olmadığı aday adayları idiler bunlar. Çünkü vaktin ‘gönülle’ değil, ‘akılla’ bakma vakti olduğuna inanıyorum. Köşe yazarları, bilim insanları, siyasetçiler, hatta önerici partilerin kendi içinden birçok insan Sayın Kılıçdaroğlu’na ağır eleştiriler ve Sayın İhsanoğlu’na; doğrulukları ya da yanlışlıkları ancak uygulama sırasında görülebilecek suçlamalar getirdiler.

Bu seçimin arkasında ABD-Suudi Arabistan parmağının olduğunu söylediler. Perde arkasında Sayın Abdullah Gül’ün olduğu iddia edildi. İş, şu ABD’de yaşayan hazrete kadar dayandırıldı. Bu ülkede 40 yıldır dürüstlüğünden hiç bir zaman ödün vermemiş saygın basın mensuplarının başında gelen Sayın Uğur Dündar, Sayın Kılıçdaroğlu’na bu soruların hepsini sordu ve siyaset dünyasında örneğine az rastladığımız dürüst, açık, deyimimi mazur görürseniz, kıvırtmayan net cevaplar aldı. Okuduğum, geriye kalan birkaç gazetenin, yıllardır izlediğim ve görüşlerine saygı duyduğum, fikirlerinden beslendiğim yazarları bile kendi içlerinde dil birliğine varamıyorlar. Onlara kıyasla ben küçük bir insan, sade bir vatandaşım. Olaylar ve kişiler hakkında elbet benim de yaşımdan ve yaşadıklarımdan kaynaklanan kendi çıkarımlarım var. Ama böylesi bir durumda bir tarafa ‘inanmak’ zorunda hissediyorum kendimi. Çünkü o taraf, en azından içinde bir ‘bilinmez’i içeriyor. Diğerinde bizi nelerin beklediğini ise artık sadece biz değil bütün dünya görüyor, biliyor.

Artık ağaca değil ormana bakma zamanıdır diye düşünüyorum. Tabii ortada orman bırakırlarsa. Bizi bekleyen geleceğin ne olduğunu görebilmek için geride bıraktığımız 12 yıl yetmiyorsa; uzmanların “Burada ot bile yetişmez.” dedikleri arazide Ata’nın vatan ve toprak sevgisiyle oluşturduğu Atatürk Orman Çiftliği’nde on binlerce ağacın kesilmesiyle yok edilen ormanın yerinde yükselmekte olan, üstelik yargının durdurulması ve yıkılması kararını almasına karşın; “Sıkıysa gelin, yıkın.” hoyratlığıyla ve yasalar alenen hiçe sayılarak inşasına devam edilen; 1000 (evet yazıyla; BİN) odalı saltanat sarayına bakmak yeter.

Hatırlarsanız Kenan Evren; o meşhur anayasa oylamasının kuyruğuna takılarak kendini Cumhurbaşkanı seçtirmeden önceki süreyi ‘Devlet Başkanı’ sıfatıyla geçirmişti ve bugün o sistemin bizi nerelere getirdiği ortada. Sonuçta karar vermemiz gereken temel nokta bir Cumhurbaşkanı mı yoksa, gidişatı belli olan olası bir ‘Başkan’ ya da (o çok bilinen, kurbağanın sıcak suda alıştıra alıştıra haşlanışına benzer bir sistemle) bir -ne demekse- ‘Yarı Başkan’ mı seçeceğimiz. Haftalardır bu köşeyi ve okuma sabrını gösteren dostları meşgul ettiğim yazı dizimin son cümleleri olarak; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, okuduklarımla ve dinlediklerimle öğrenmeye çalıştığım, inanmak istediğim ama henüz tanımadığım, bilmediğim bir aday olan Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğim. Belki zaman beni haksız çıkaracak, belki hayatımın birçok yol ayrımında yaptığım hatalardan birini daha işlemiş olacağım. Ama denenmeye değer buluyorum, çünkü diğerini BİLİYORUM.

Bunlar, hep söylediğim gibi, benim öznel değerlendirmelerimdir ve kimseyi yönlendirme amacına yönelik değildir. Bir istisna dışında. Özellikle sanal mecrada ‘ikisine de oy vermeyeceğim’ görüşüyle çok sık karşılaşıyorum. Bu bana tuhaf geliyor. Mevcut şahsa oy verecek kitle belli ve ‘ikisine de oy vermeyeceğim’ görüşünü dile getirenlerin o toplulukta yer aldıklarını sanmıyorum. Hal böyleyse bunu söylemek ve böyle yapmakla sanki o ikisinden birini de bir seçenek olarak kabul ediyor olmuyor muyuz? Ve bu bir anlamda başımıza gelen her şeyde sorumluluğu olan ‘yetmez ama evet’ anlayışının, en azından bizlerin şu aşamada yapmamamız gerektiğine inandığım yeni bir ‘YETMEZ AMA HAYIR’ versiyonu olmuyor mu?

(Bitti!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder