Yok yok, yazının başlığına bakıp Gezi Direnişi sırasında; onların da kendi
alanlarında ve kendi çaplarında bir ‘destan yarattıkları’ saygın medyamızın,
artık dünya gülmece literatürüne geçen yayıncılık anlayışından söz edeceğimi
sanmayın. Okuma sabrını gösterirseniz biraz aşağıda sözünü edeceğim gibi, bu PENGUEN, başka bir penguen.
Ayvalık Kabristanı’nda istirahat etmekte olan sevgili
babam Zakir Güven’in mezar taşında ‘Hayatı
boyunca okudu, okuttu.’ diye yazar. Gerçekten de; Posof ve Damal’da ondan
fazla köy okulundan sorumlu gezici ‘başmuallim’lik,
Cilavuz Köy Enstitüsü’nde, meslek gazisi olarak bir ayağını biçer döver
makinesinin dişlileri arasında bıraktığı ve sonraki bütün ömrünü kırık bir
bacak, iki baston ve ortopedik bir çizmeyle geçirmesine neden olan Ziraat
Şefliği ve öğretmenlik yolculuğundaki son durağı olan Ayvalık’ta, emekli olana
kadar sürdürdüğü meslek yaşamı boyunca hep okudu ve okuttu. Sevgili annem Terlan
hanım, Ayvalık’taki evimizde, birlikte yaşanılan 70 yılın anıları ve babamın en
değerli mirası olan binlerce kitapla sarmalanmış yaşamakta. Onun ‘okutma’ kısmını çok beceremediysem de
(Türkiye’nin çeşitli yörelerinde toplam olarak, Zakir beyin yarım yüzyıllık
öğretmenliğiyle kıyaslandığında çömezlik bile sayılamayacak bir süre olan, 10
yıl öğretmenlik yaptım), şu yaşadığım ömrün hemen her anında ‘okuma’ vasiyetini yerine getirdim,
getirmekteyim. Özellikle emekli olup Moda’ya yerleştiğimde bu anlamda bir vaha
buldum diyebilirim. Çünkü Moda; kelimenin tam anlamıyla bir kitapçılar ve
sahaflar cenneti (idi). Sabahları hayatın ve İstanbul’un karmaşasından uzak,
asude bir sessizlik içinde, sahildeki çay bahçelerinden birinde simit, peynir
ve çayın refakatinde kitap okuma keyfini yaşadım, yaşıyorum. Kitap sohbetleri
ve paylaşımıyla (geçmiş yazılarımdan birinde sözünü ettiğim, değerli sinema ve
tiyatro oyuncusu Cengiz Sezici ağabeyim gibi) yeni dostlar edindim. Neredeyse
ve ne güzel ki genlerime işlemiş olan ‘kasabalılık’ duygusuyla esnaftan hatır
soran, hatır sayan dostlarım oldu. Bunların en değerlilerinden biri de, bir
kitapçı ve zaman içinde arkadaş olduğumuz çalışanlarıydı. Kadıköy Çarşısı’nın
içinde yer alan PENGUEN kitapçısı. İlk kez, 2001 yılında Moda’ya taşınmamın
hemen sonrasında uğradım Penguen’e. Adeta ilk gençliğimde, Ayvalık’taki Geylan
kitabevine girmiş gibi hissettim kendimi. Orada çalışan (yaş itibariyle elbette
bana göre çok daha genç) delikanlı ve kızlar sadece alış-satış işlevini yerine
getirmiyorlardı. Hepsi ‘okuyan’ çocuklardı. Literatürü yalnızca sipariş olarak
değil kültür olarak da takip ediyorlardı. Kısa bir süre sonra benim ilgi
alanıma giren yazın türlerini hepsi öğrenmiş, o kulvarda yeni bir kitap çıktığı
zaman telefonla bile bildirir olmuşlardı: “Hüseyin bey, İhsan Oktay Anar’ın son
kitabı geldi, haberiniz olsun!” Ya da fantastik edebiyata olan merakımı
bildikleri için; daha ben sormadan, örneğin Robert Jordan’ın Zaman Çarkı
dizisinin son kitabının ne zaman yayına hazır hale geleceğini söylüyorlardı. O
kitapçıda annesinin terkettiği küçük gri bir yavru kedinin nasıl
sahiplenildiğine, içeri girince hemen kapı ağzındaki kitap sergisinin üzerine
kıvrılmış huzur içinde uyuduğuna ve nasıl o dükkanın simgesi haline geldiğine,
yıllar içinde büyüyüp arkadaki tezgahlardan birinin altına yerleştirilmiş
yuvasında kendi minik yavrularını doğurduğuna tanık oldum. Çarşıya her
inişimde, kitap alacak olmasam bile kapıdan ‘günaydın’ seslenişime, Orçun’dan
sıcacık bir ‘günaydın’ cevabını alma dostluğunu yaşamanın değerini ancak
yokluğunda anlayabildim sanırım. Bir gün yine aynı duygularla içeri girip en
sevdiğim uğraşlardan biri olan raflarda, sergilerdeki kitapların arasında
gezinirken Mine iki haftaya kadar kapanıyor olduklarını söyledi bana. Size
abartılı gelebilir ama ayniyle vakidir, bir yakınımı kaybetmiş gibi hissettim
kendimi. Geçen yaz Ayvalık’a gelip Geylan kitapçısının kapandığını görünce
hissettiğim gibi, adeta bir kanadım kırıldı. Nedenini sordum; “Kitap satışı
kirayı karşılamıyor ne yazık ki artık.” dedi. “Peki siz ne yapacaksınız?” diye
sordum. “Artık işsiziz, iş arayacağız.” dedi. Yıllardır kitaplarla harmanlanmış
bir işte çalışan kişilerin (sanki ülkemizde yüzlerce kitabevi varmış gibi)
kendi alanlarında bir iş bulmalarının neredeyse imkansız olduğunu onlar da
biliyorlardı ben de. Kültürel bir değer daha paranın çarkları arasında
ufalandı, gitti. Ve PENGUEN, o ünlü belgeselde gösterildiği gibi, ‘uçamayan kuşlar’ arasındaki yerini aldı... kapandı. Şimdi yerinde; çağımızın yeni alış veriş anlayışının
uygulamalarından biri olan ve kirayı karşılayabilme gibi bir dertlerinin
olmadığı aşikar, ‘zincir mağaza’lardan birinin kişisel bakım ve güzellik
ürünleri dükkanı yer alıyor. Ama artık içeride ne dostlar, ne baskıdan yeni
çıkmış kitapların o muhteşem kokusu, ne de bir kedi var!
7 Haziran 2014 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder