7 Haziran 2014 Cumartesi

PENGUEN...

Yok yok, yazının başlığına bakıp Gezi Direnişi sırasında; onların da kendi alanlarında ve kendi çaplarında bir ‘destan yarattıkları’ saygın medyamızın, artık dünya gülmece literatürüne geçen yayıncılık anlayışından söz edeceğimi sanmayın. Okuma sabrını gösterirseniz biraz aşağıda sözünü edeceğim gibi, bu PENGUEN, başka bir penguen.
Ayvalık Kabristanı’nda istirahat etmekte olan sevgili babam Zakir Güven’in mezar taşında ‘Hayatı boyunca okudu, okuttu.’ diye yazar. Gerçekten de; Posof ve Damal’da ondan fazla köy okulundan sorumlu gezici ‘başmuallim’lik, Cilavuz Köy Enstitüsü’nde, meslek gazisi olarak bir ayağını biçer döver makinesinin dişlileri arasında bıraktığı ve sonraki bütün ömrünü kırık bir bacak, iki baston ve ortopedik bir çizmeyle geçirmesine neden olan Ziraat Şefliği ve öğretmenlik yolculuğundaki son durağı olan Ayvalık’ta, emekli olana kadar sürdürdüğü meslek yaşamı boyunca hep okudu ve okuttu. Sevgili annem Terlan hanım, Ayvalık’taki evimizde, birlikte yaşanılan 70 yılın anıları ve babamın en değerli mirası olan binlerce kitapla sarmalanmış yaşamakta. Onun ‘okutma’ kısmını çok beceremediysem de (Türkiye’nin çeşitli yörelerinde toplam olarak, Zakir beyin yarım yüzyıllık öğretmenliğiyle kıyaslandığında çömezlik bile sayılamayacak bir süre olan, 10 yıl öğretmenlik yaptım), şu yaşadığım ömrün hemen her anında ‘okuma’ vasiyetini yerine getirdim, getirmekteyim. Özellikle emekli olup Moda’ya yerleştiğimde bu anlamda bir vaha buldum diyebilirim. Çünkü Moda; kelimenin tam anlamıyla bir kitapçılar ve sahaflar cenneti (idi). Sabahları hayatın ve İstanbul’un karmaşasından uzak, asude bir sessizlik içinde, sahildeki çay bahçelerinden birinde simit, peynir ve çayın refakatinde kitap okuma keyfini yaşadım, yaşıyorum. Kitap sohbetleri ve paylaşımıyla (geçmiş yazılarımdan birinde sözünü ettiğim, değerli sinema ve tiyatro oyuncusu Cengiz Sezici ağabeyim gibi) yeni dostlar edindim. Neredeyse ve ne güzel ki genlerime işlemiş olan ‘kasabalılık’ duygusuyla esnaftan hatır soran, hatır sayan dostlarım oldu. Bunların en değerlilerinden biri de, bir kitapçı ve zaman içinde arkadaş olduğumuz çalışanlarıydı. Kadıköy Çarşısı’nın içinde yer alan PENGUEN kitapçısı. İlk kez, 2001 yılında Moda’ya taşınmamın hemen sonrasında uğradım Penguen’e. Adeta ilk gençliğimde, Ayvalık’taki Geylan kitabevine girmiş gibi hissettim kendimi. Orada çalışan (yaş itibariyle elbette bana göre çok daha genç) delikanlı ve kızlar sadece alış-satış işlevini yerine getirmiyorlardı. Hepsi ‘okuyan’ çocuklardı. Literatürü yalnızca sipariş olarak değil kültür olarak da takip ediyorlardı. Kısa bir süre sonra benim ilgi alanıma giren yazın türlerini hepsi öğrenmiş, o kulvarda yeni bir kitap çıktığı zaman telefonla bile bildirir olmuşlardı: “Hüseyin bey, İhsan Oktay Anar’ın son kitabı geldi, haberiniz olsun!” Ya da fantastik edebiyata olan merakımı bildikleri için; daha ben sormadan, örneğin Robert Jordan’ın Zaman Çarkı dizisinin son kitabının ne zaman yayına hazır hale geleceğini söylüyorlardı. O kitapçıda annesinin terkettiği küçük gri bir yavru kedinin nasıl sahiplenildiğine, içeri girince hemen kapı ağzındaki kitap sergisinin üzerine kıvrılmış huzur içinde uyuduğuna ve nasıl o dükkanın simgesi haline geldiğine, yıllar içinde büyüyüp arkadaki tezgahlardan birinin altına yerleştirilmiş yuvasında kendi minik yavrularını doğurduğuna tanık oldum. Çarşıya her inişimde, kitap alacak olmasam bile kapıdan ‘günaydın’ seslenişime, Orçun’dan sıcacık bir ‘günaydın’ cevabını alma dostluğunu yaşamanın değerini ancak yokluğunda anlayabildim sanırım. Bir gün yine aynı duygularla içeri girip en sevdiğim uğraşlardan biri olan raflarda, sergilerdeki kitapların arasında gezinirken Mine iki haftaya kadar kapanıyor olduklarını söyledi bana. Size abartılı gelebilir ama ayniyle vakidir, bir yakınımı kaybetmiş gibi hissettim kendimi. Geçen yaz Ayvalık’a gelip Geylan kitapçısının kapandığını görünce hissettiğim gibi, adeta bir kanadım kırıldı. Nedenini sordum; “Kitap satışı kirayı karşılamıyor ne yazık ki artık.” dedi. “Peki siz ne yapacaksınız?” diye sordum. “Artık işsiziz, iş arayacağız.” dedi. Yıllardır kitaplarla harmanlanmış bir işte çalışan kişilerin (sanki ülkemizde yüzlerce kitabevi varmış gibi) kendi alanlarında bir iş bulmalarının neredeyse imkansız olduğunu onlar da biliyorlardı ben de. Kültürel bir değer daha paranın çarkları arasında ufalandı, gitti.  Ve PENGUEN, o ünlü belgeselde gösterildiği gibi, ‘uçamayan kuşlar’ arasındaki yerini aldı... kapandı. Şimdi yerinde; çağımızın yeni alış veriş anlayışının uygulamalarından biri olan ve kirayı karşılayabilme gibi bir dertlerinin olmadığı aşikar, ‘zincir mağaza’lardan birinin kişisel bakım ve güzellik ürünleri dükkanı yer alıyor. Ama artık içeride ne dostlar, ne baskıdan yeni çıkmış kitapların o muhteşem kokusu, ne de bir kedi var! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder