27 Haziran 2014 Cuma

ÇATI-1...

Zaman zaman, bu köşenin adı olan Ayvalık Yazıları’nın sınırı dışına çıktığım ve şu ülkede iyisiyle kötüsüyle 63 yıldır yaşamakta olan bir yurttaş sorumluluğunun gereği yazılar yazdığım olmuştur. Örneğin son genel seçimlerden önce de kısa bir dizi halinde ve tamamen kendi özel düşüncelerimi yansıtan yazılar yazmıştım. Çoğunlukla dünü bilen, bugünü gören ve yarını tahmin edebilen bir okur-yazarın, bir ‘aydın’ olamasa da (çünkü aydın sıfatının çok zor hak edilebileceğine inanıyorum) aydınlık düşünceli bir insanın mütevazı uyarılarından oluşuyordu bu yazılar ve temelinde hep ‘kendini bilmek’ yatıyordu. Ben kimdim ki yaşamsal ya da siyasi tercihleri konusunda bu köşeyi okuma nezaketini gösteren okurlara ‘şunu şöyle yapmalısınız’, ‘ülke adına doğrusu budur’ gibi öğütler verebileyim. Bunu yapanlar, yani ‘yetmez ama evet’ söylemiyle adeta bir misyon üstlenen, sözüm ona ‘fikir önderleri’nin gelişen olaylar çerçevesinde, o günlerdeki savunularından geçen zamanla birlikte nasıl geriye dönüş yaptıklarına hepimiz tanık olduk. Bu süreçte yaşananlar hayatım boyunca söylediklerime, hele hele yazdıklarıma çok özen göstermem gerektiğini bana hatırlatan örnekler oldu. Çünkü eskiler; ‘alim unutur, kalem unutmaz’ derler. Yazı; kendini bilen kişi için belgedir, kalıcıdır, bağlayıcıdır.

Şimdi kendimi yine böyle bir dönemecin kıskacında hissediyorum. Haftalık kendi halinde; eski günlerden, Ayvalık’tan söz eden, akıllarda geçici de olsa bir tat bıraktığına inanmak istediğim yazılarıma mı devam edeyim yoksa dünü yaşamış, bugünleri yaşamaktan son derece mutsuz ve yarından endişeli bir kardeşiniz olarak yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve adaylar üzerine -yine hepsi öznel olan- düşüncelerimi mi sizlerle paylaşayım? Galiba gün ikincisine biraz zaman, emek ve yer ayırma günüdür, çünkü bu; ne kadar dışarıdan bakılırsa bakılsın, ne kadar ‘ne halleri varsa görsünler’ umarsızlığıyla oluruna bırakılırsa bırakılsın hepimizi ilgilendiren bir kavşaktır.

Cumhuriyetimiz 91 yaşında. Gelin; yüzyıla yaklaşan bu süre içinde, Süleyman Demirel’in deyişiyle 864 rakımlı tepeden (kendisi sonradan yerine geçeceği Turgut Özal’a Cumhurbaşkanı dememek için ‘864 rakımlı tepedeki şahıs’ deyimini üretmişti) kimler geldi, kimler geçti bir hatırlayalım. Mustafa Kemal Atatürk: 1923-1938 • Mustafa İsmet İnönü: 1938-1950 • Mahmut Celal Bayar: 1950-1960 • Cemal Gürsel: 1961-1966 • Cevdet Sunay: 1966-1973 • Fahri Sabit Korutürk: 1973-1980 • Ahmet Kenan Evren: 1980-1982/1982-1989 • Halil Turgut Özal: 1989-1993 • Süleyman Gündoğdu Demirel: 1993-2000 • Ahmet Necdet Sezer: 2000-2007 • Abdullah Gül 2007-

Şimdi Çankaya Köşkü’nün 12. kiracısını arıyoruz. Kiracı diyorum çünkü Türk halkı, TBMM aracılığıyla Çankaya’nın mülkünü Atatürk’e hediye etmiştir. Yani Yunus’un; ‘Mal sahibi, mülk sahibi... Hani bunun ilk sahibi... Mal da yalan mülk de yalan... Var biraz da sen oyalan’ dizelerinde dediği gibi, düne kadar (olağanüstü dönemlerin dışında) hizmet süresi 7 yıl iken, yine küçük hesaplarla değiştirilen yasalara göre 5 yıl, eğer tekrar seçilirse bir 5 yıl daha, yani toplam 10 yıl o makamda oyalanacak olan kişiyi seçmemiz isteniyor bizden. Bu sürenin faturası da yine bizlere çıkacağı için sağduyuyla hareket
etmemiz her zamankinden daha önemli. Ve bize sunulan (şimdilik) iki aday var. Her ne kadar bir tanesi hala (ve yine bazı küçük hesaplardan kaynaklandığına inandığım) bir nazla adaylığını resmen açıklamamakta direniyor, parti teşkilatını da her zaman, her konuda yaptığı gibi, mutlak bir kontrol altında tutuyorsa da eşref saati geldiğinde bu sadece malumu ilan olacak. 12 yıldır yaptıkları, söyledikleri, hedefleri, niyetleri, kültürü, kimliği belli olduğu için kendileri artık beni hiç ilgilendirmiyor doğrusu. İki muhalefet partisinin üzerinde anlaştıkları diğeri ise hepimizin bildiği gibi, açıklandı. Ve bir fırtınadır koptu.

(Sürecek...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder