Zaman zaman, bu köşenin adı olan Ayvalık Yazıları’nın sınırı dışına
çıktığım ve şu ülkede iyisiyle kötüsüyle 63 yıldır yaşamakta olan bir yurttaş
sorumluluğunun gereği yazılar yazdığım olmuştur. Örneğin son genel seçimlerden
önce de kısa bir dizi halinde ve tamamen kendi özel düşüncelerimi yansıtan
yazılar yazmıştım. Çoğunlukla dünü bilen, bugünü gören ve yarını tahmin
edebilen bir okur-yazarın, bir ‘aydın’ olamasa da (çünkü aydın sıfatının çok
zor hak edilebileceğine inanıyorum) aydınlık düşünceli bir insanın mütevazı
uyarılarından oluşuyordu bu yazılar ve temelinde hep ‘kendini bilmek’ yatıyordu. Ben kimdim ki yaşamsal ya da siyasi
tercihleri konusunda bu köşeyi okuma nezaketini gösteren okurlara ‘şunu şöyle yapmalısınız’, ‘ülke adına doğrusu budur’ gibi öğütler
verebileyim. Bunu yapanlar, yani ‘yetmez ama evet’ söylemiyle adeta bir
misyon üstlenen, sözüm ona ‘fikir önderleri’nin gelişen olaylar çerçevesinde, o
günlerdeki savunularından geçen zamanla birlikte nasıl geriye dönüş
yaptıklarına hepimiz tanık olduk. Bu süreçte yaşananlar hayatım boyunca
söylediklerime, hele hele yazdıklarıma çok özen göstermem gerektiğini bana hatırlatan
örnekler oldu. Çünkü eskiler; ‘alim
unutur, kalem unutmaz’ derler. Yazı; kendini bilen kişi için belgedir,
kalıcıdır, bağlayıcıdır.
Şimdi kendimi yine böyle bir dönemecin kıskacında hissediyorum. Haftalık
kendi halinde; eski günlerden, Ayvalık’tan söz eden, akıllarda geçici de olsa
bir tat bıraktığına inanmak istediğim yazılarıma mı devam edeyim yoksa dünü
yaşamış, bugünleri yaşamaktan son derece mutsuz ve yarından endişeli bir kardeşiniz
olarak yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve adaylar üzerine -yine
hepsi öznel olan- düşüncelerimi mi sizlerle paylaşayım? Galiba gün ikincisine
biraz zaman, emek ve yer ayırma günüdür, çünkü bu; ne kadar dışarıdan bakılırsa
bakılsın, ne kadar ‘ne halleri varsa görsünler’ umarsızlığıyla oluruna
bırakılırsa bırakılsın hepimizi ilgilendiren bir kavşaktır.
Cumhuriyetimiz 91 yaşında. Gelin; yüzyıla yaklaşan bu süre içinde, Süleyman
Demirel’in deyişiyle 864 rakımlı tepeden (kendisi sonradan yerine geçeceği
Turgut Özal’a Cumhurbaşkanı dememek için ‘864 rakımlı tepedeki şahıs’ deyimini
üretmişti) kimler geldi, kimler geçti bir hatırlayalım. Mustafa Kemal Atatürk:
1923-1938 • Mustafa İsmet İnönü: 1938-1950 • Mahmut Celal Bayar: 1950-1960 •
Cemal Gürsel: 1961-1966 • Cevdet Sunay: 1966-1973 • Fahri Sabit Korutürk: 1973-1980
• Ahmet Kenan Evren: 1980-1982/1982-1989 • Halil Turgut Özal: 1989-1993 • Süleyman
Gündoğdu Demirel: 1993-2000 • Ahmet Necdet Sezer: 2000-2007 • Abdullah Gül
2007-
Şimdi Çankaya Köşkü’nün 12. kiracısını arıyoruz. Kiracı diyorum çünkü Türk
halkı, TBMM aracılığıyla Çankaya’nın mülkünü Atatürk’e hediye etmiştir. Yani
Yunus’un; ‘Mal sahibi, mülk sahibi... Hani bunun ilk sahibi... Mal da yalan
mülk de yalan... Var biraz da sen oyalan’ dizelerinde dediği gibi, düne kadar
(olağanüstü dönemlerin dışında) hizmet süresi 7 yıl iken, yine küçük hesaplarla
değiştirilen yasalara göre 5 yıl, eğer tekrar seçilirse bir 5 yıl daha, yani
toplam 10 yıl o makamda oyalanacak olan kişiyi seçmemiz isteniyor bizden. Bu
sürenin faturası da yine bizlere çıkacağı için sağduyuyla hareket
etmemiz her zamankinden daha önemli. Ve bize sunulan (şimdilik) iki aday
var. Her ne kadar bir tanesi hala (ve yine bazı küçük hesaplardan
kaynaklandığına inandığım) bir nazla adaylığını resmen açıklamamakta direniyor,
parti teşkilatını da her zaman, her konuda yaptığı gibi, mutlak bir kontrol
altında tutuyorsa da eşref saati geldiğinde bu sadece malumu ilan olacak. 12
yıldır yaptıkları, söyledikleri, hedefleri, niyetleri, kültürü, kimliği belli olduğu
için kendileri artık beni hiç ilgilendirmiyor doğrusu. İki muhalefet partisinin
üzerinde anlaştıkları diğeri ise hepimizin bildiği gibi, açıklandı. Ve bir fırtınadır
koptu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder