6 Mayıs 2014 Salı

YASAKLAR...


Ülke bazı olağanüstü dönemlerden geçerken (yakın geçmişimizde birçok kez örneğini yaşadığımız gibi) özel bir uygulamaya gidilir ve adına ‘sıkı yönetim’ denilen bir yönetim tarzı benimsenir. Ne hikmetse bu dönemlerden de hep bizim gibi; geçen yazılarımdan birinde dile getirdiğim kibar söyleyişiyle  ‘gelişmekte olan’ ülkeler nasibini alır. Oldukça sancılı, en çok duyduğumuz sözcüğün ‘yasak’ olduğu, toplumun büyük bir bölümünün ağır bedeller ödeyerek içinden geçtiği bu yönetim döneminin sadece ismi bile yaşadığımız çelişkinin göstergesidir aslında: ‘Sıkı Yönetim!’ Bu bir bakıma o koşullara gelene kadarki yönetimlerin ‘gevşek’ olduğunun itirafı gibidir. Oysa biz doğduğumuz andan itibaren ‘sıkı’ bir şekilde yönetilen bireylerden oluşan bir toplum olagelmişizdir. ‘Yasak’ sözcüğü hayatımızın hemen her anında karşımızda, yanı başımızda, adeta genlerimizdedir. Ailede başlar yasaklar, mahallede genişleyerek sürer, okulda başka bir kimliğe bürünürler, askerde ‘emir’ etiketini alırlar, iş yaşamında formasyon değiştirirler ama aslında hepsi aynı temel anlayışın yansımalarıdır: ‘Yasakçı’ bir toplum’un. Hayatın içinde; başımızı çevirdiğimiz hemen her yerde bir yasak uyarısı görürüz.
Çimlere basmak yasaktır örneğin. İnşaata girmek ‘tehlikeli ve yasak’tır. Parkta kızlı-erkekli oturmak (aman aman), el ele tutuşmak (görmeyeyim bir daha), hele hele öpüşmek (Tanrı yazdıysa bozsun), aynı evde yaşamak (maazallah) yasaktır! Hayvanlı-insanlı karikatür çizmek... (Bazı durum ve yerlerde) denize girmek... Havuza balıklama atlamak... Yüksek sesle konuşmak ya da müzik dinlemek... Toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak... Atatürk’ün anıtına (özel günlerde bile olsa) çiçek koymak... Andımızı okumak... İstenmeyen haberleri yapmak, yazmak, yorumlamak... Kütüphanede konuşmak... Otobüse, tramvaya arkadan binmek, önden inmek... (Sadece kapalı yerler değil, birçok alanda, örneğin statlarda, vapurların açık bölmelerinde de) sigara içmek... Saat ondan sonra alkollü içki satışı yapmak... Vapur iskelesi verilmeden atlamak... (Gençler için) gece dışarıya çıkmak... (Haydi çıktın diyelim) eve 12’den sonra gelmek... Dışarıdan yiyecek getirmek (‘müdüriyet’ imzalı)... (İşçi ve emekçiler için) 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak... (Bazı iri kıyım ağabeylerin gösterdikleri ve karşılığında oranını ya da gerekçesini soramadığınız bir miktarda para aldıkları yerler dışında) aracınızı park etmek. Asansörle yük ve eşya taşımak... (Bütün mahallelerde oyun alanları ve parklar varken nankörlük edip) sokakta top oynamak (keseyim mi ha, keseyim mi?)... (Hani neredeyse) mizah yapmak... Kitap yayınlamak (hatta bazen yayınlamaya hazırlanmak)... Bazı spor alanlarında hoşa gitmeyen tezahürat yapmak... Bütün seçim süresince gece gündüz oy toplama hizmetlerinden yararlanılan kadınları seçimden sonra kamu hizmetinde çalıştırmak... Şoförle konuşmak...  Maymunlara fıstık atmak (nedense?). Apartmanda hayvan beslemek... Bir arkadaşa bakıp çıkmak... Piknikte mangal yapmak...  (‘Buraya’ -neresiyse orası-) çöp dökmek... Duvara yazı yazmak... (Son zamanlarda) Türk bayraklarıyla gösteri yapmak... Devletin bazı kurumları hakkında yayın hatta yorum yapmak (hem de kanunla korunarak)...
Bunlar bir kalemde bendenizin aklına gelenler, eminim siz de biraz kafa yorsanız, hatta şöyle bir etrafa bakınsanız daha nicelerini bulur, görürsünüz. Yasak; resim, heykel, edebiyat, müzik, sinema gibi sanatlara da kayıtsız kalmaz ama o alanda farklı bir isimle anılır: Sansür. Yasaklar, deyimlerimize bile girmiştir. Yasak aşk, yasak bölge, yasak savmak, av yasağı, seçim yasağı, yasak kitap, yasak meyve, yasak ilişki...
Hatta çağın gereklerini de yerine getirir yasaklarımız, teknolojiyi yakından takip eder. Örneğin twitter, youtube gibi ne idüğü belirsiz uygulamalarla insanımızın zehirlenmesini engeller. Yasak kavramının bir de medrese görmüş kardeşi vardır; ‘Günah!’ Bu konuda söylenecek çok şey var tabii ama yaşamımız boyunca bu kadar çok yasakla çevrelenmek bile başlı başına bir günah demekle yetinelim.

Meraklısına tavsiye: 1- Üstat Haldun Taner’in dilinden (ve başta o doyumsuz oyunculuğuyla Metin Akpınar olmak üzere Devekuşu Kabare’den) YASAKLAR oyununu bir kez daha izleyin. 2- Orhan Kemal’in ölümsüz eseri ‘BEKÇİ MURTAZA’yı bir kez daha okuyun, hatta bulabilirseniz, sinemada iki büyük usta -MÜŞFİK KENTER ve MÜJDAT GEZEN- tarafından canlandırılan filmlerini izleyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder