skip to main |
skip to sidebar
YAVE…
Her ne kadar
John Lennon’un ‘düşlediği’ noktaya ulaşmak (özetle; sınırların, ülkelerin, din kavramının olmadığı, bütün
insanların barış içinde yaşadığı) şimdilik sadece ‘hayal edebileceğimiz’
bir gelecek olsa da; dünyanın hızla büyük bir birliğe doğru dönüşmekte olduğu
da bir gerçek. Ömrüm oldukça saygı ve minnetle anacağım iki insandan biri olan
İsmet İnönü’nün, daha önceki yazılarımdan birinde değindiğim “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu
dünyadaki yerini alır.” öngörüsünün ilk cümlesi gerçekleşti/gerçekleşiyor
ama ikinci kısmından her gün biraz daha uzaklaşıyor olduğumuzu üzülerek
izliyorum. O dünyadaki yerimizi almak bir yana, giderek daha bir yalnızlığa
itiliyor, dışlanıyoruz. Üstelik bu durumdan sen, ben, biz, şu ülkede yüz
yıllardır birlik, beraberlik içinde yaşıyor olan yurttaşların hiçbiri sorumlu
değil. Benim, kendi adıma herhangi bir ulus, dil, din, ırk, cinsiyet, sosyal
statüye mensup herhangi birisine bir düşmanlığım yok, olmadı, olmayacak. Bırakın;
kaç çocuk yapacağım, ne okuyacağım, nereye gideceğim, komşularımla ilişkimin
nasıl olması gerektiği, hangi eğitim sistemine mahkum edileceğim, kredi kartı
kullanıp kullanmamama tercihim, var oluşun en kutsal dışavurumu olan
hamileliğin utanılacak bir durum olduğu gibi günlük yaşamımın her adımına kural
koyulması ve karar verilmesini, birileri benim adıma örneğin; Yunanlılar’ı
(bütün bir ulusu) bana düşman ilan ediyor. Ateistleri benim adıma reddediyor.
Cinsel tercihleri farklı olan insanların, bırakın saygı duyulmasını, toplumdan
dışlanmaları gerektiğini vaz ediyor. Bütün insanlığın ortak sorunu olan ‘çevre’, sadece ‘yakın çevre’ ile sınırlı. İstiklal Savaşı öncesinden bu yana
görülmemiş bir uygulamayla, benim ülkemin topraklarında başka bir bayrağın
dikilmesine izin veriliyor. Dünyanın öndegelen tarihçi, aktör, araştırmacı,
aktivist ve düşün adamları, uygar dünya vatandaşları olmanın gereğini yerine
getirerek, gezegenimizin her köşesinde olduğu gibi ülkemizde de yaşananlara
kayıtsız kalmama sorumluluğuyla ve son derece ölçülü, seçkin bir dille bu
gidişin iyiye doğru olmadığı konusunda uyarıda bulunuyorlar. Söyleyecek sözü
olmayanların alışılmış tepkisiyle ve kendilerine yakışan bir dille; “Siz kendi işinize bakın!” cevabını
alıyorlar. Sadece bu ‘kendi işiniz’ söyleminin bile bizi Batı’dan soyutlamanın,
bizim ‘kendi içimize’ dönmemizin bir itirafı olduğunu ya görmüyorlar, ya da
umurlarında değil. Yetmiyor, bu kez yine dünyanın her köşesinden tam dört bin
bilim adamı Türkiye’de yaşananların insan onuru ve sağlığı açısından kabul
edilemez olduğunu resmi bir yazıyla ilan ediyorlar. Eh, onlar da ‘kendi işlerine’ bakmakla
geçiştiriliyor. Çünkü bizim hiç kimseden öğreneceğimiz bir şey yok. Biz her
şeyi ve en iyi bilenleriz. Gazetelerde (düzeltiyorum, BAZI gazetelerde) yer
alan haberler ülkem adına içimi acıtıyor. Dünyanın ülkeler, partiler, politikalar
üstü kuruluşundan biri olması gereken Kızılay’ın insani yardım talebi bile bir başka
ülke tarafından reddediliyor. Gerek
ulusal gerek uluslararası yaşananlar ve ilişkilerde bir ‘cevap yetiştirme’
psikozuna girmiş vaziyetteyiz. Arada sırada da olsa sorabildiğimizde biz
yurttaşlara en yetkili ağızlar tarafından verilen cevaplar bırakın normal
düzeyde bir iletişim kalitesini ve vokabüleri, mahalle jargonunu bile mumla
aratıyor. İşin acısı; yukarıdaki örneklerde olduğu gibi yurtdışındaki her
kesimden sorumluluk sahibi insan ve gruplarla olan diyalog (ki çoğu zaman kendi
sesimizden başkasını duymadığımız bir monolog oluyor bu) diplomasinin o kendine
özgü, yılların eğitimi ve deneyiminden süzülüp gelen dili bir yana, kültürün ve
nezaketin en temel ögelerinden bile yoksun oluyor. Yılların gazetecisi;
kişiliğiyle de, duruşuyla da, görüşleri ve yazılarıyla da her zaman saygı
duyduğum bir yazar olan Sayın Oktay Ekşi’nin zaman zaman kullandığı sözcükle;
hayatımız bir ‘yave’ler manzumesine dönüştü vesselam.
Meraklısına: Yave: (Farsça) Saçma, saçma
sapan söz. Yave okumak: Gereksiz söz söylemek, boşa konuşmak. (Türk Dil Kurumu,
Türkçe Sözlük)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder