7 Eylül 2013 Cumartesi

EŞEKTEN DÜŞMEK…

Antropolog, sosyal bilimci, coğrafya uzmanı, tarihçi ya da insan oluşumlarını toplumsal, coğrafi ve tarihsel süreç içinde inceleyen bilim dallarından birine mensup bir bilim insanı değilim ama şu dünya üzerinde kültür çeşitliliği açısından Anadolu toprağı kadar zengin bir kara parçasının daha olduğunu sanmıyorum. Çağımızın mekanik hatta artık dijital dünyasında unutulmaya yüz tutsalar da öyle büyük bilgeler yetişmiştir ki bu verimli topraklarda, öğütleri sınırları aşıp evrensel öğretiler halini almıştır. Muhtemelen günümüz gençliğine çok şey ifade etmeyecek, hatta ‘Yahu memlekette yangın varken hakkında yazacak başka kimse bulamadın mı?’ tepkileriyle karşılanacaksa da Nasreddin Hoca bu bilgeleren biridir. Ne yazık ki, bırakın bugünün paramparça edilmiş, ne olduğunu kural koyucuların bile bildiğini sanmadığım eğitim sistemimizdeki yerini, düne kadar, örneğin benim öğrencilik dönemlerimde bile Nasreddin Hoca sanki bir halk abdalı, çocukların eğlencesi, yerli yersiz şakalar yapan bir gülmece unsuru olarak tanıtılmıştır hep. Oysa mizah sadece gülmece değildir. Doğru yapan ve doğru anlayan için çok ince bir iştir. Bizlere her biri sanki bağımsız birer fıkraymış gibi sunulan Nasreddin Hoca öykülerinin hepsinin altında rahatlıkla günümüze de uyarlanacak toplumsal dersler vardır. Cari açık yırtığına rağmen ekonomimizin her gün daha iyiye gittiği iddialarının cevabı 800 yıl öncesinden gelir; ‘Kedi buysa et nerede, et buysa kedi nerede?’ Gelir dağılımındaki adaletsizlik zengin sofrasında oturan ve kaşık kaşık yemeği gövdeye indirirken sürekli ‘Ohh, öldüm.’ diyen ev sahibine hepimizin adına seslenir Hoca; “Efendi, senin devamlı ölüp ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!" Çevremize bakınca; özellikle son yıllarda ‘kendi bindiği dalı kesen’ o kadar çok örnek görüyoruz ki. Bir makam uğruna nelerin feda ediliyor olduğunun çok canlı bir örneği yine bin iki yüzlü yıllardan koşar gelir: Adamın biri Nasrettin Hoca'ya sorar: “Sen kimsin, nesin?” “Hiç” der Hoca, “Hiç kimseyim.” Kendisine dudak büküldüğünü görünce bu kez Hoca sorar: “Sen kimsin?” “Mutasarrıfım (Sancak beyi).” der adam kabara kabara. “Sonra ne olacaksın?” diye sorar Hoca. “Herhalde vali olurum.” diye cevaplar adam.“Daha sonra?” diye üsteler. “Vezir.” der adam. “Daha daha sonra ne olacaksın?” “Sadrazam.” “Peki, ondan sonra?” O günlerde henüz Sadrazamlık’tan sonra ‘Başkanlık’ diye bir makam olmadığı için, adam düşünür ve “Hiç.” der. “Daha niye kabarıyorsun be adam.” diye neredeyse toplumumuzun tama yakın çoğunluğu adına konuşur Hoca. “Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım.” Son onlu yıllarda karşımıza çıkan hatiplerin, hiçbir şey söylemeden sürekli konuşmalarına nazireyi de Hoca’nın mizahında görürüz: Nasrettin Hoca, camide bir vaaz vermektedir. Cemaatin büyük bir kısmının esnediğini ve bir kısmının uyukladığını fark eder. Ve devam eder vaazına: “Bir sabah, Akşehir`den dışarı çıkmıştım. Çayın kenarında dört ayaklı ördeklerin bu içtiğini gördüm. Bunu işiten cemaat, gözlerini açarak Nasrettin Hoca`yı dikkatle dinlemeye başlar. Bunun üzerine Nasrettin Hoca: “Yahu!... Siz nasıl adamlarsınız. Deminden beri size vaaz ediyorum, umurunuzda değil. Kuyruklu bir yalan uydurunca hepinizin gözleri açılıyor.  Daha hepimizin bildiği ve hepsi adeta günümüz Türkiyesi için söylenmiş olan; “Hırsızın hiç mi günahı yok?”, “Eşeğe ters binme.”, “Parayı veren düdüğü çalar.” ve nice ders alınacak anektodu vardır bu Anadolu bilgesinin ama ben kendi adıma “Ben zaten inecektim.” ile biten, eşekten düşme öyküsünün sonunu bekliyorum.

1 yorum:

  1. Bildigim iki tane Turki cumhuriyetin de Nasrettin Hocasi var... Ozbekistan ve Azerbaycan.. Sadece bir bilgi olarak yazmak istedim.. Bizdeki oykude dilegim bir an once esekten dusmesi... Cunku 11 senedir esege ters biniyor..

    YanıtlaSil