5 Temmuz 2013 Cuma

SESSİZ GEMİ…


Geçtiğimiz günlerde; kendi tercihiyle hayatı boyunca popüler bir figür olmamayı seçtiği için vefatı da; bayan akillerimiz, güzide (!) sanatçılarımız, kimin bikiniyle denize girdiği gibi daha popüler kişiler peşinde koşmayı vazife edinen, değeri kendinden menkul basınımız tarafından küçük bir haber olarak duyurulan bir hanımefendiyi kaybettik. Sayın Nazmiye Demirel aramızdan ayrıldı. 60 şunca yıllık belleğimi zorluyorum da bir gün bile; ne Türkiye’nin siyasi geçmişine tanıklık etmekle kalmayıp birinci dereceden olay ve dönemlerin içinde yer aldığı uzuuun yolculuğu ne de hani şu yurtdışından ihal ettiğimiz deyişle ‘First Lady’lik dönemi boyunca; kendisinin herhangi bir haberin, dedikodunun, kutuplaşmanın odağında olduğu bir haber hatırlamıyorum. Keşke sonrakiler ve özellikle ‘şimdikiler’ bırakın ‘first’ falan olmayı gerçek bir ‘lady’ yani güzel Türkçemiz’deki ifadesiyle gerçek bir ‘hanımefendi’ olabilmek için hangi değerlere sahip olunması gerektiği konusunda onu bir nebzecik örnek alabilselerdi. Sanıyorum Nazmiye hanımefendi için her zaman en değerli paye ‘elmanın yarısı’ olmak olarak kalmıştı. Sayın Süleyman Demirel’in; 63 yıllık hayat ve mücadele arkadaşlığının ardından kendisi için ‘kalan yarısıyım’ şeklinde ifade ettiği gibi Nazmiye hanım da ‘giden yarısı’ydı.
Var oluşun gizemi, ‘giden’i bir bilinmezlikle birlikte götürdüğü için bir şey söylemeye imkan yok ama galiba kalan yarım olmak daha çetin bir sınav. Türk dilinin en sevdiğim nitelemelerinden biridir bu elma benzetmesi. İki yarımdan, yani bölünmeden söz ediyor gibi görünse de aslında sağlam, sarsılmaz, özdeş bir bütünleşmeyi anlatır. Zordur bir elmanın yarısı olmak. Toprağın verimli, kökün sağlam, bakımın özenli olmasını gerektirir. Becerilebilinirse bir ödüldür, bir şanstır. Birlikte yaşanıldığı sürece bu dualitenin, bu ikili birliğin değerini bilmek gerekir. Çünkü doğanın sual edilmez düzeni işlediği sürece gün gelir o yarımlardan biri ‘meçhule giden bir geminin’ yolcu listesindeki yerini alır ve geride; elinde sadece bir ortak hayatın anılarına bakmaktan başka tesellisi olmayan diğer yarısı kalır. Aynen 69 yıllık bir hayat arkadaşlığı, bir yoldaşlıktan sonra; kendi sözleriyle ‘bana artık müsaade’ diyerek giden sevgili babam, kalan canım annem ve yıllardır bu köşede sizlere aktarmaya, unutanlara hatırlatmaya, tanımayanlara tanıtmaya çalıştığım küçük, mütevazı mahallemiz 41 Evler’deki sayısız büyüğümüz gibi. Çocukluğumu, ilk gençliğimi geçirdiğim için kendimi hep şanslı hissettiiğim ve hala bir parçası olduğum mahallemiz; öyle bir-iki elma ağacı değil baştan başa bir meyve bahçesi gibiydi. Komşularımız hem kendi içlerinde hem birbirleri için yarım elmalar gibi bütünleyici, paylaşmacı, koruyucu insanlardı. Yıllar geçti… Hayatlar yaşandı… Ve o meyve bahçesinden geriye ne hazindir ki sadece birkaç yarım elma kaldı. Babalarımız, amcalarımız kısacası erkeklerimizin hepsi ‘arkalarından ne bir mendil, ne de bir kol sallanmadan’ limandan ayrıldılar. O ağaçların meyveleri olan bize düşen görev ancak bir elin parmakları sayısındaki annelerimize, teyzelerimize sıkı sıkı sarılmak. Çünkü ‘kalan yarım’ olmanın nasıl bir duygu olduğunu sadece onlar biliyor. Küçük mahallemizin sonsuzluğa göç eden bütün beyefendileri ve hanımefendilerini hürmet ve saygıyla anıyor, kalanlara sağlık, tahammül ve huzur diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder