Geçtiğimiz günlerde;
kendi tercihiyle hayatı boyunca popüler bir figür olmamayı seçtiği için vefatı
da; bayan akillerimiz, güzide (!) sanatçılarımız, kimin bikiniyle denize
girdiği gibi daha popüler kişiler peşinde koşmayı vazife edinen, değeri kendinden
menkul basınımız tarafından küçük bir haber olarak duyurulan bir hanımefendiyi
kaybettik. Sayın Nazmiye Demirel aramızdan ayrıldı. 60 şunca yıllık belleğimi
zorluyorum da bir gün bile; ne Türkiye’nin siyasi geçmişine tanıklık etmekle
kalmayıp birinci dereceden olay ve dönemlerin içinde yer aldığı uzuuun yolculuğu
ne de hani şu yurtdışından ihal ettiğimiz deyişle ‘First Lady’lik dönemi
boyunca; kendisinin herhangi bir haberin, dedikodunun, kutuplaşmanın odağında
olduğu bir haber hatırlamıyorum. Keşke sonrakiler ve özellikle ‘şimdikiler’ bırakın ‘first’ falan
olmayı gerçek bir ‘lady’ yani güzel Türkçemiz’deki ifadesiyle gerçek bir ‘hanımefendi’ olabilmek için hangi
değerlere sahip olunması gerektiği konusunda onu bir nebzecik örnek
alabilselerdi. Sanıyorum Nazmiye hanımefendi için her zaman en değerli paye ‘elmanın yarısı’ olmak olarak kalmıştı.
Sayın Süleyman Demirel’in; 63 yıllık hayat ve mücadele arkadaşlığının ardından
kendisi için ‘kalan yarısıyım’
şeklinde ifade ettiği gibi Nazmiye hanım da ‘giden yarısı’ydı.
Var oluşun gizemi, ‘giden’i
bir bilinmezlikle birlikte götürdüğü için bir şey söylemeye imkan yok ama galiba
kalan yarım olmak daha çetin bir sınav. Türk dilinin en sevdiğim
nitelemelerinden biridir bu elma benzetmesi. İki yarımdan, yani bölünmeden söz
ediyor gibi görünse de aslında sağlam, sarsılmaz, özdeş bir bütünleşmeyi
anlatır. Zordur bir elmanın yarısı olmak. Toprağın verimli, kökün sağlam,
bakımın özenli olmasını gerektirir. Becerilebilinirse bir ödüldür, bir şanstır.
Birlikte yaşanıldığı sürece bu dualitenin, bu ikili birliğin değerini bilmek
gerekir. Çünkü doğanın sual edilmez düzeni işlediği sürece gün gelir o
yarımlardan biri ‘meçhule giden bir
geminin’ yolcu listesindeki yerini alır ve geride; elinde sadece bir ortak
hayatın anılarına bakmaktan başka tesellisi olmayan diğer yarısı kalır. Aynen
69 yıllık bir hayat arkadaşlığı, bir yoldaşlıktan sonra; kendi sözleriyle ‘bana artık müsaade’ diyerek giden
sevgili babam, kalan canım annem ve yıllardır bu köşede sizlere aktarmaya,
unutanlara hatırlatmaya, tanımayanlara tanıtmaya çalıştığım küçük, mütevazı
mahallemiz 41 Evler’deki sayısız büyüğümüz gibi. Çocukluğumu, ilk gençliğimi
geçirdiğim için kendimi hep şanslı hissettiiğim ve hala bir parçası olduğum
mahallemiz; öyle bir-iki elma ağacı değil baştan başa bir meyve bahçesi
gibiydi. Komşularımız hem kendi içlerinde hem birbirleri için yarım elmalar
gibi bütünleyici, paylaşmacı, koruyucu insanlardı. Yıllar geçti… Hayatlar
yaşandı… Ve o meyve bahçesinden geriye ne hazindir ki sadece birkaç yarım elma
kaldı. Babalarımız, amcalarımız kısacası erkeklerimizin hepsi ‘arkalarından ne bir mendil, ne de bir kol
sallanmadan’ limandan ayrıldılar. O ağaçların meyveleri olan bize düşen
görev ancak bir elin parmakları sayısındaki annelerimize, teyzelerimize sıkı
sıkı sarılmak. Çünkü ‘kalan yarım’ olmanın nasıl bir duygu olduğunu sadece onlar
biliyor. Küçük mahallemizin sonsuzluğa göç eden bütün beyefendileri ve
hanımefendilerini hürmet ve saygıyla anıyor, kalanlara sağlık, tahammül ve
huzur diliyorum.
5 Temmuz 2013 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder