13 Temmuz 2013 Cumartesi

BAHÇIVAN…


Geçen haftaki yazımda ‘bir elmanın yarısı olmak’ deyişinden söz etmiş ve bu kavramın görünürde ‘bölünme’yi çağrıştırsa da aslında sevgi, paylaşma, birliktelik, bütünleyicilik, birbirini tamamlama ifadesi olduğunu dile getirmiştim. Bir elmanın yarısı olabilmek bireyselden toplumsala genişletildiği zaman, devreye bu uyumu besleyen ya da çürüten bazı başka faktörlerin de girmesi kaçınılmaz oluyor. Bu faktörlerin başında da toprak, güneş, su, bakım, özen gibi fiziki nedenler değil, ne yazık ki her zaman olduğu gibi, bizatihi ‘bahçıvan’ın kim olduğu geliyor. Onun yeterliliği, yetersizliği, özeni ya da aldırmazlığı, ağacın mı kendi çıkarlarının mı öncelik taşıdığı belirliyor her şeyi. Sonuçta bir ürün alınıyor elbette ama bırakın bir elmanın iki yarısı gibi olabilmeyi; o elma tatsız, yavan, çürük, vuruk, kavruk olabiliyor. Daha da kötüsü, bir gün geliyor bir bakıyoruz ki birbirini tamamlayan iki eşit parça olmak bir yana; yüzlerce dilime bölünmüşüz. Türk olmuşuz, Kürt olmuşuz… Gürcü, Boşnak, Abazha, Laz olmuşuz. Alevi-Sünni olmuşuz. Dış güçler-iç mihraklar girmiş devreye. Yüzünü Doğu’ya dönenlerimiz- Batı’ya yürüyenlerimiz olmuş. İnananlar-inançsızlar diye etiketlenmekle kalmayıp laikler-dinciler yaftaları asılmış boyunlarımıza. Kimimiz başımızı örtmüşüz-kimimizin saçlarına güneş vurmuş, yağmur yıkamış. Berikiler-ötekileri dışlamaya başlamış. Oruç tutanlar-tutmayanlar çatışması aleniyet kazanmış. Sigara içmeyenler-içenlerin üzerine yasaları salmış. En az üç çocuk sahibi olanlar tek çocuklu ya da çocuksuzlara ‘hain’ gözüyle bakar olmuş. Evine Türk bayrağı asanlara nispetle asmayanlara da asmaları hatta canları istiyorsa artık hukuki ya da toplumsal bir geçerliliği kalmamış eski simgelerle donatmaları söyleniyor olmuş. Mütedeyyinlik bile yeterli görülmemiş, dindarlığın kindarlıkla beslenmesi istenmiş. Bazı devlet kuruluşlarından; ulusal kimliği belirleyen TC kaldırılırken, alt tarafı iki basit harf gibi görünen ama arkasında bir ulusun destanının yazılı olduğu o simgeyi adlarının önüne ekleyerek sahip çıkan yurttaşlarımız olmuş. Yakın tarihimizde dünyanın en güçlü ülkeler birliğine karşı gerçekleştirilen o destan yakın günlerde ülke sınırları içinde, kendi vatandaşımıza karşı yazılır olmuş. Ülke; oy dağılımına bakarak kıyı şeridi ve gerisi diye iki ayrı renge bürünmüş. Faiz harammış, kar ortaklığı helal. Ellerinde çivili sopaları, ceplerinde gizli kimlikleriyle yurtsever gruplar, ülke düzenini bozmaya yeltenen birkaç çapulcu tayfasını yola getirirken görülmüşler. Can Yücel’in o muhteşem savunmasında verdiği örneğin aksine, bu memlekette teröriste terörist demek yasaklanmış, onların yerine bütün gençler ve öğrenciler terörist olmuş. İnsan hakları-bazı insanların haklarına dönüşmüş. Okullarda serbest kıyafet uygulaması ne büyük rahatlık getirmiş ama üzerinde Atatürk resmi bulunan bir tişört serbest kıyafet değil, siyasi simge sayılmış. Birilerinin yüz bin kişiyle yaptığı toplantıya sür kontür çekilmiş ve bir milyon kişi toplama tehditleri dillendirilmış. Çevrecinin daniskası olanlar bir taraftan parkları, ormanları inşaat alanina çevirir, hidro elektrik santrallerle doğanın bütün dengesini ve florayı yok ederken, haklarını yememek lazım, 10 yılda tam üç milyar ağaç dikmişler (on yıl boyunca aralıksız çalışılırsa yaklaşık olarak her saniye 10 ağaç dikmişler, breh… breh). Varsın insanlık tarihini değiştirecek olsun, alt tarafı üç-beş çanak çömlek parçası yüzünden ekonomi mi batsınmış yani?  Bütün olumsuzlukların sorumlusunun iki ayyaş olduğu ortadayken muhtaç oldukları kudreti damarlarındaki alkolden mi alsınmış yeni nesiller? Azınlıklar çoğunluk olmuş, çoğunluklar kalmamış. Ayaklar baş olmuş, başlar ayak. 

Bu arada çaktırmadan zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul olmuş. Ez cümle; elma yine tam ortadan ikiye ayrılmış ama ikiden bir çıkmamış iki parçanın adı ‘bizim yüzde 50, sizin yüzde 50’ olmuş.
Çünkü ‘bahçıvan’ böyle buyurmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder