Geçen haftaki yazımda ‘bir elmanın yarısı olmak’ deyişinden söz
etmiş ve bu kavramın görünürde ‘bölünme’yi çağrıştırsa da aslında sevgi,
paylaşma, birliktelik, bütünleyicilik, birbirini tamamlama ifadesi olduğunu
dile getirmiştim. Bir elmanın yarısı olabilmek bireyselden toplumsala
genişletildiği zaman, devreye bu uyumu besleyen ya da çürüten bazı başka
faktörlerin de girmesi kaçınılmaz oluyor. Bu faktörlerin başında da toprak,
güneş, su, bakım, özen gibi fiziki nedenler değil, ne yazık ki her zaman olduğu
gibi, bizatihi ‘bahçıvan’ın kim
olduğu geliyor. Onun yeterliliği, yetersizliği, özeni ya da aldırmazlığı,
ağacın mı kendi çıkarlarının mı öncelik taşıdığı belirliyor her şeyi. Sonuçta
bir ürün alınıyor elbette ama bırakın bir elmanın iki yarısı gibi olabilmeyi; o
elma tatsız, yavan, çürük, vuruk, kavruk olabiliyor. Daha da kötüsü, bir gün
geliyor bir bakıyoruz ki birbirini tamamlayan iki eşit parça olmak bir yana;
yüzlerce dilime bölünmüşüz. Türk olmuşuz, Kürt olmuşuz… Gürcü, Boşnak, Abazha, Laz
olmuşuz. Alevi-Sünni olmuşuz. Dış güçler-iç mihraklar girmiş devreye. Yüzünü
Doğu’ya dönenlerimiz- Batı’ya yürüyenlerimiz olmuş. İnananlar-inançsızlar diye
etiketlenmekle kalmayıp laikler-dinciler yaftaları asılmış boyunlarımıza. Kimimiz
başımızı örtmüşüz-kimimizin saçlarına güneş vurmuş, yağmur yıkamış. Berikiler-ötekileri
dışlamaya başlamış. Oruç tutanlar-tutmayanlar çatışması aleniyet kazanmış.
Sigara içmeyenler-içenlerin üzerine yasaları salmış. En az üç çocuk sahibi
olanlar tek çocuklu ya da çocuksuzlara ‘hain’ gözüyle bakar olmuş. Evine Türk bayrağı
asanlara nispetle asmayanlara da asmaları hatta canları istiyorsa artık hukuki
ya da toplumsal bir geçerliliği kalmamış eski simgelerle donatmaları söyleniyor
olmuş. Mütedeyyinlik bile yeterli görülmemiş, dindarlığın kindarlıkla
beslenmesi istenmiş. Bazı devlet kuruluşlarından; ulusal kimliği belirleyen TC
kaldırılırken, alt tarafı iki basit harf gibi görünen ama arkasında bir ulusun
destanının yazılı olduğu o simgeyi adlarının önüne ekleyerek sahip çıkan
yurttaşlarımız olmuş. Yakın tarihimizde dünyanın en güçlü ülkeler birliğine
karşı gerçekleştirilen o destan yakın günlerde ülke sınırları içinde, kendi
vatandaşımıza karşı yazılır olmuş. Ülke; oy dağılımına bakarak kıyı şeridi ve
gerisi diye iki ayrı renge bürünmüş. Faiz harammış, kar ortaklığı helal. Ellerinde
çivili sopaları, ceplerinde gizli kimlikleriyle yurtsever gruplar, ülke düzenini bozmaya yeltenen birkaç çapulcu tayfasını yola getirirken
görülmüşler. Can Yücel’in o muhteşem savunmasında verdiği örneğin aksine, bu
memlekette teröriste terörist demek yasaklanmış, onların yerine bütün gençler
ve öğrenciler terörist olmuş. İnsan hakları-bazı insanların haklarına dönüşmüş.
Okullarda serbest kıyafet uygulaması ne büyük rahatlık getirmiş ama üzerinde
Atatürk resmi bulunan bir tişört serbest kıyafet değil, siyasi simge sayılmış.
Birilerinin yüz bin kişiyle yaptığı toplantıya sür kontür çekilmiş ve bir
milyon kişi toplama tehditleri dillendirilmış. Çevrecinin daniskası olanlar bir
taraftan parkları, ormanları inşaat alanina çevirir, hidro elektrik
santrallerle doğanın bütün dengesini ve florayı yok ederken, haklarını yememek
lazım, 10 yılda tam üç milyar ağaç dikmişler (on yıl boyunca aralıksız
çalışılırsa yaklaşık olarak her saniye 10 ağaç dikmişler, breh… breh). Varsın
insanlık tarihini değiştirecek olsun, alt tarafı üç-beş çanak çömlek parçası
yüzünden ekonomi mi batsınmış yani? Bütün
olumsuzlukların sorumlusunun iki ayyaş
olduğu ortadayken muhtaç oldukları kudreti damarlarındaki alkolden mi alsınmış yeni
nesiller? Azınlıklar çoğunluk olmuş, çoğunluklar kalmamış. Ayaklar baş olmuş,
başlar ayak.
Bu arada çaktırmadan
zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul olmuş. Ez cümle; elma yine tam
ortadan ikiye ayrılmış ama ikiden bir çıkmamış iki parçanın adı ‘bizim yüzde
50, sizin yüzde 50’ olmuş.
Çünkü ‘bahçıvan’ böyle
buyurmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder