Çok
klasik sözlerden biridir bilirsiniz. Bir uyumsuzluk, bir sorun, bir açmaz ya da
anlaşmazlık olduğunda; ‘hepimiz aynı gemi
içindeyiz’ denir. Evet hepimiz aynı gemi içindeyiz ve gemi görünürde
‘durmaksızın’ yoluna devam ediyor. Ama yolcuları, yani biz, hepimiz, ileriye
doğru giden bu teknenin içinde sürekli geriye doğru yürüyoruz. Hepimizin
geleceği sadece bir kişinin; kaptanın
iki dudağının arasında. Gemide görünürde geniş bir yönetim kadrosu var;
süvarisi, ikinci ve üçüncü kaptanları, makinistleri, çarkçıbaşısı, telsizcisi, muhasebecisi,
mühendisleri, kamarotları, güvenlikten sorumlu bir ekip, aşçıbaşısı, yamakları,
garsonları, düz tayfaları… Ama hiçbiri kendi işini kendi bildiği gibi yapmakta
özgür değil. Çünkü kaptan herkesin uzmanlık alanını hepsinden daha iyi biliyor.
Bu kadar
çok şeyi bir başına idare etmeye kalkınca da işler karışıyor, bugün verdiği
rotayı yarın değiştiriyor, dost bildiği limanları ertesi gün kara listeye
alıyor, geminin alt yönetim kadrosunun ara sıra da olsa dümene geçmesine izin
vermiyor, yıllardır gemiyi başarıyla korumuş olan asıl güvenlik ekibini
pasifize edip yerine yardımcı kuvvetleri atıyor, gemi içindeki ve harici telsiz
haberleşmesi tamamen onun kontrolünde, herkesin her söylediğinden haberi
oluyor, yolcuların kamaralarındaki en mahrem anlarına bile karışmaktan çekinmiyor,
mutfaktan çıkan her yemek ve her içecek onun iznine bağlı, kimin ne yiyeceğini,
ne içeceğini bile o belirliyor, gemide okunacak gazete ve kitapları o seçiyor,
makine dairesindeki komutları o veriyor, kazan basıncının derecesini o
ayarlıyor, tayfaları sürekli azarlıyor… Karşı çıkmak, uyarmak kimin haddine. Kendi
ekibinden birisi kafasını kaldıracak olsa kumanyasını kesip tahlisiye sandalına
koyduğu gibi geride bırakıyor. O kişilerin bir daha bu gemiye binme şansları
hiç olmuyor.
Bu
gidişten memnuniyetsizliklerini dile getirmekten başka hiçbir suçu olmayan
diğer yolcuları ise, her ne yaparsa yapsın emrinden çıkmayan mürettebata
yakalattırıp gözünü kırpmadan başaltına kapatıyor ve kilidin anahtarını denize
atıyor. Geminin bayrağına bir türlü içi ısınmadığı için hangi devletin karasuyuna
girse ana göndere o devletin bayrağını çekiyor. Çeşitli limanlardan gemiye
kaçak binmiş yolcuları büyük bir sevecenlikle kucaklayıp geminin menfaatlerine
aykırı da olsa her ihtiyaçlarıyla ilgilenilmesini sağlıyor.
Yolcuları
da sınıflandırmış durumda. 1. sınıfta hep onun istediği, çıktığı her yolculukta
ona eşlik eden, onun kaptanlığını öven, geminin sınırsız mutfağının nimetlerini
onun masasında paylaşma onuruna sahip kişiler yolculuk ediyor. Arada bir
lutfedip 2. sınıf yolcularına da onların hoşuna gidecek şekilde konuşmalar
yapıp, vaatlerde bulunarak nereye doğru yol aldıklarını farketmemelerini
sağlıyor. Güvertede yolculuk eden, bırakın lezzetli yemekleri, günlük tayınını
bile zor temin eden büyük çoğunluğu ise, bir gün hesap sorabilecekleri
kaygısıyla tümüyle yok saymayı tercih ediyor.
Tek
derdi var, bir tek gemiyi yönetmekle yetinmeyip, her şeye ve herkese rağmen ‘Kaptan-ı Derya’ olmak istiyor. Bu
uğurda, geminin nasıl su alacağını, sintinenin bu kadar pisliği
taşıyamayacağını düşünme zahmetine girmeden eli kanlı korsanları bile gemiye
davet etmekten kaçınmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder