16 Mart 2013 Cumartesi

VE GEMİ GİDİYOR…


Çok klasik sözlerden biridir bilirsiniz. Bir uyumsuzluk, bir sorun, bir açmaz ya da anlaşmazlık olduğunda; ‘hepimiz aynı gemi içindeyiz’ denir. Evet hepimiz aynı gemi içindeyiz ve gemi görünürde ‘durmaksızın’ yoluna devam ediyor. Ama yolcuları, yani biz, hepimiz, ileriye doğru giden bu teknenin içinde sürekli geriye doğru yürüyoruz. Hepimizin geleceği sadece bir kişinin; kaptanın iki dudağının arasında. Gemide görünürde geniş bir yönetim kadrosu var; süvarisi, ikinci ve üçüncü kaptanları, makinistleri, çarkçıbaşısı, telsizcisi, muhasebecisi, mühendisleri, kamarotları, güvenlikten sorumlu bir ekip, aşçıbaşısı, yamakları, garsonları, düz tayfaları… Ama hiçbiri kendi işini kendi bildiği gibi yapmakta özgür değil. Çünkü kaptan herkesin uzmanlık alanını hepsinden daha iyi biliyor.

Bu kadar çok şeyi bir başına idare etmeye kalkınca da işler karışıyor, bugün verdiği rotayı yarın değiştiriyor, dost bildiği limanları ertesi gün kara listeye alıyor, geminin alt yönetim kadrosunun ara sıra da olsa dümene geçmesine izin vermiyor, yıllardır gemiyi başarıyla korumuş olan asıl güvenlik ekibini pasifize edip yerine yardımcı kuvvetleri atıyor, gemi içindeki ve harici telsiz haberleşmesi tamamen onun kontrolünde, herkesin her söylediğinden haberi oluyor, yolcuların kamaralarındaki en mahrem anlarına bile karışmaktan çekinmiyor, mutfaktan çıkan her yemek ve her içecek onun iznine bağlı, kimin ne yiyeceğini, ne içeceğini bile o belirliyor, gemide okunacak gazete ve kitapları o seçiyor, makine dairesindeki komutları o veriyor, kazan basıncının derecesini o ayarlıyor, tayfaları sürekli azarlıyor… Karşı çıkmak, uyarmak kimin haddine. Kendi ekibinden birisi kafasını kaldıracak olsa kumanyasını kesip tahlisiye sandalına koyduğu gibi geride bırakıyor. O kişilerin bir daha bu gemiye binme şansları hiç olmuyor.
Bu gidişten memnuniyetsizliklerini dile getirmekten başka hiçbir suçu olmayan diğer yolcuları ise, her ne yaparsa yapsın emrinden çıkmayan mürettebata yakalattırıp gözünü kırpmadan başaltına kapatıyor ve kilidin anahtarını denize atıyor. Geminin bayrağına bir türlü içi ısınmadığı için hangi devletin karasuyuna girse ana göndere o devletin bayrağını çekiyor. Çeşitli limanlardan gemiye kaçak binmiş yolcuları büyük bir sevecenlikle kucaklayıp geminin menfaatlerine aykırı da olsa her ihtiyaçlarıyla ilgilenilmesini sağlıyor.

Yolcuları da sınıflandırmış durumda. 1. sınıfta hep onun istediği, çıktığı her yolculukta ona eşlik eden, onun kaptanlığını öven, geminin sınırsız mutfağının nimetlerini onun masasında paylaşma onuruna sahip kişiler yolculuk ediyor. Arada bir lutfedip 2. sınıf yolcularına da onların hoşuna gidecek şekilde konuşmalar yapıp, vaatlerde bulunarak nereye doğru yol aldıklarını farketmemelerini sağlıyor. Güvertede yolculuk eden, bırakın lezzetli yemekleri, günlük tayınını bile zor temin eden büyük çoğunluğu ise, bir gün hesap sorabilecekleri kaygısıyla tümüyle yok saymayı tercih ediyor.

Tek derdi var, bir tek gemiyi yönetmekle yetinmeyip, her şeye ve herkese rağmen ‘Kaptan-ı Derya’ olmak istiyor. Bu uğurda, geminin nasıl su alacağını, sintinenin bu kadar pisliği taşıyamayacağını düşünme zahmetine girmeden eli kanlı korsanları bile gemiye davet etmekten kaçınmıyor.

Ne yazık ki unuttuğu bir şey de var kaptanımızın. Geminin tam ve mutlak hakimi gibi davransa da sahibi değil, pusula onun eline verilmiyor, seyir defterinin kaydını geminin asıl sahipleri tutuyor. Bizler, böyle bir kaptanın yönetiminde karaya oturana ya da bir buz dağına çarpana kadar geminin içinde durmaksızın geriye doğru yürümeye devam ediyoruz. Ve gemi gidiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder