Sakarya İlkokulu 1.
sınıfında 1958 yılında; artık okumayı biliyor olduğumun belgesi olan kırmızı
kurdelayı öğretmenim Melek Zengi hanımefendi yakama taktığı gün başlayan okuma
ve kardeşi yazma serüvenim yarım yüzyılı çoktan geride bıraktı. Hayatımı
kazanmak için yaptığım ve kısmen de olsa hala yapıyor olduğum (öğretmenlik ve
reklam yazarlığı) iki işime de bu iki uğraş hakimdi. Dilimizi her zaman çok sevmekle kalmayıp ona
hak ettiği saygıyı göstermeyi de hiç ihmal etmedim. Günlük yaşamımda düzgün
konuşmaya, kendimi en doğru şekilde ifade etmeye özen gösterdiğim gibi,
özellikle yazı yazarken, doğruluğundan emin olsam bile, kullandığım sözcüklerde
her şeye karşın hataya yer bırakmamak için elimin altında daima temel bir başvuru
kitabı bulundurmayı alışkanlık haline getirdim. ‘Türkçe Sözlük’. Bu yarım yüzyılı aşan süreç içinde, herhangi bir
sözcüğün kökeni, yazılışı, doğru kullanımı, türevleri gibi konularda emin olabilmek
için herhalde, bu temel kaynağın döneme göre değişen, yenilenen baskılarına
binlerce kez başvurmuşumdur. Ama gün gelip kapağında isim olarak ‘Türkçe Sözlük’ ve yayıncı kuruluş
olarak ‘Türk Dil Kurumu Yayınları’
yazan ve açıklamaları, örneklemeleri hariç tam doksan iki bin iki yüz doksan
iki sözcükten oluşan bu hazinenin içindeki ‘Türk’ sözcüğünün anlamına bakma ihtiyacını duyabileceğimi hiç
düşünemezdim. Sözlükte yer aldığı şekliyle, olduğu gibi ve yorumsuz olarak
aktarıyorum:
Türk: 1- Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse. Ve şöyle
örnekleniyor: “Ne mutlu Türküm
diyene!”-Atatürk. 2- Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçe’nin
değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse. Bunun örneği de Mehmet
Emin Yurdakul’dan veriliyor: “Ben bir
Türk’üm, dinim, cinsim uludur.”
Türkçe Sözlüğümüz “Türk”
sözcüğünün çeşitli kullanım ve anlamlarına da yer vermiş elbette. Örneğin
‘kırmızıbiber’in adı Türk biberi. Klasik Türk müziğindeki bir usula Türk aksağı
denilmiş. Türk Cumhuriyetler de (yanlış olarak kullanılmaya devam eden Türki Cumhuriyetler
değil, Türk Cumhuriyetleri) şu açıklamanın ardından sıralanmış: Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Türk soylu Azerbaycan,
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan devletleri. Türk’ten
kaynaklanan bu örneklemeleri; başta Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti, Türk
bayrağı ve Türkçe sözcükleri ie ulusumuzu, ülkemizi, bayrağımızı ve dilimizi
anarak daha çok çeşitlemek, zenginleştirmek mümkündür elbette: Türk Alfabesi,
Türk Ordusu, Türk askeri, Türk lirası, Türk eli, Türkoğlu, Türk kadını, Türk
çocukları, Türkoloji, Türk konukseverliği, Türk karasuları, Türk mizahı, Türk
sineması, Türk Müziği, Türk Milli Takımı, Türk Tarihi, Türk Dili ve Edebiyatı, Türk
basını, Türk Medeni Kanunu, Türk lokumu, Türk kahvesi…
Bunlara bir de yasa ya da gelenek gereği isimlerinin
başına ‘Türk’ sözcüğünün konulduğu yüzlerce resmi ve özel kurumu ekleyin. Bitmedi.
İçinde Türk sözcüğünün yer aldığı özel alanları da (hukuk, ticaret,
uluslararası ilişkiler, finans vb.) katın. Bitmedi. Atasözlerimiz ve
deyimlerimizle de zenginleştirin. Ve….
Ve; şimdi, bu; alt tarafı dört harften oluşan
küçücük sözcüğü bütün kullanım alanlarından kaldırdığınızı, yok saydığınızı
farzedin. Geriye ne kalacak? Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimselere ne
deniliyor olacak? Kimliğimizin, aidiyetimizin, toprağımızın, vatanımızın,
bayağımızın, ulusumuzun, tarihimizin, geçmişimizin, geleceğimizin, benim 54
yıldır, çocuğuma gösterdiğim özenle okuduğum, yazdığım dilimizin adı ne olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder