23 Mart 2013 Cumartesi

NE OLACAK?


Sakarya İlkokulu 1. sınıfında 1958 yılında; artık okumayı biliyor olduğumun belgesi olan kırmızı kurdelayı öğretmenim Melek Zengi hanımefendi yakama taktığı gün başlayan okuma ve kardeşi yazma serüvenim yarım yüzyılı çoktan geride bıraktı. Hayatımı kazanmak için yaptığım ve kısmen de olsa hala yapıyor olduğum (öğretmenlik ve reklam yazarlığı) iki işime de bu iki uğraş hakimdi.  Dilimizi her zaman çok sevmekle kalmayıp ona hak ettiği saygıyı göstermeyi de hiç ihmal etmedim. Günlük yaşamımda düzgün konuşmaya, kendimi en doğru şekilde ifade etmeye özen gösterdiğim gibi, özellikle yazı yazarken, doğruluğundan emin olsam bile, kullandığım sözcüklerde her şeye karşın hataya yer bırakmamak için elimin altında daima temel bir başvuru kitabı bulundurmayı alışkanlık haline getirdim. ‘Türkçe Sözlük’. Bu yarım yüzyılı aşan süreç içinde, herhangi bir sözcüğün kökeni, yazılışı, doğru kullanımı, türevleri gibi konularda emin olabilmek için herhalde, bu temel kaynağın döneme göre değişen, yenilenen baskılarına binlerce kez başvurmuşumdur. Ama gün gelip kapağında isim olarak ‘Türkçe Sözlük’ ve yayıncı kuruluş olarak ‘Türk Dil Kurumu Yayınları’ yazan ve açıklamaları, örneklemeleri hariç tam doksan iki bin iki yüz doksan iki sözcükten oluşan bu hazinenin içindeki ‘Türk’ sözcüğünün anlamına bakma ihtiyacını duyabileceğimi hiç düşünemezdim. Sözlükte yer aldığı şekliyle, olduğu gibi ve yorumsuz olarak aktarıyorum:

Türk: 1- Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse. Ve şöyle örnekleniyor: “Ne mutlu Türküm diyene!”-Atatürk. 2- Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçe’nin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse. Bunun örneği de Mehmet Emin Yurdakul’dan veriliyor: “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.
Türkçe Sözlüğümüz “Türk” sözcüğünün çeşitli kullanım ve anlamlarına da yer vermiş elbette. Örneğin ‘kırmızıbiber’in adı Türk biberi. Klasik Türk müziğindeki bir usula Türk aksağı denilmiş. Türk Cumhuriyetler de (yanlış olarak kullanılmaya devam eden Türki Cumhuriyetler değil, Türk Cumhuriyetleri) şu açıklamanın ardından sıralanmış: Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Türk soylu Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan devletleri. Türk’ten kaynaklanan bu örneklemeleri; başta Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti, Türk bayrağı ve Türkçe sözcükleri ie ulusumuzu, ülkemizi, bayrağımızı ve dilimizi anarak daha çok çeşitlemek, zenginleştirmek mümkündür elbette: Türk Alfabesi, Türk Ordusu, Türk askeri, Türk lirası, Türk eli, Türkoğlu, Türk kadını, Türk çocukları, Türkoloji, Türk konukseverliği, Türk karasuları, Türk mizahı, Türk sineması, Türk Müziği, Türk Milli Takımı, Türk Tarihi, Türk Dili ve Edebiyatı, Türk basını, Türk Medeni Kanunu, Türk lokumu, Türk kahvesi… 

Bunlara bir de yasa ya da gelenek gereği isimlerinin başına ‘Türk’ sözcüğünün konulduğu yüzlerce resmi ve özel kurumu ekleyin. Bitmedi. İçinde Türk sözcüğünün yer aldığı özel alanları da (hukuk, ticaret, uluslararası ilişkiler, finans vb.) katın. Bitmedi. Atasözlerimiz ve deyimlerimizle de zenginleştirin.  Ve….
Ve; şimdi, bu; alt tarafı dört harften oluşan küçücük sözcüğü bütün kullanım alanlarından kaldırdığınızı, yok saydığınızı farzedin. Geriye ne kalacak? Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimselere ne deniliyor olacak? Kimliğimizin, aidiyetimizin, toprağımızın, vatanımızın, bayağımızın, ulusumuzun, tarihimizin, geçmişimizin, geleceğimizin, benim 54 yıldır, çocuğuma gösterdiğim özenle okuduğum, yazdığım dilimizin adı ne olacak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder