30 Mart 2013 Cumartesi

HÜZÜN…


Bu köşede ağırlıklı olarak Ayvalık’ımızın ve ülkemizin geride bıraktığımız yıllarına; o yıllardaki toplumsal dokuya, gerek yerel gerek ulusal olaylara ve insanlara dair yazılar yazdığımı bilirsiniz. Bunlar sadece yaşın getirdiği bir nostalji özleminden değil, kasabam ve ülkem için taşıdığım sorumluluk duygusundan kaynaklanıyor. Çünkü yazdıklarımın hepsi ya bizzat yaşadığım, tanık olduğum  ya okuduğum, öğrendiğim, birinci ağızdan dinlediğim konular. Yani hepsi gerçek!. Aynen şu son on yıldır yaşadığımız ve birçoğuna sadece benim kuşağımın değil eski ile yeni dönemleri karşılaştırma aklına ve sezgisine sahip her hangi bir kişinin akıl erdiremediği olayların gerçek olduğu gibi. Hatırlayanların birincil görevinin hatırladıklarını yeni kuşaklara aktarmak olduğuna ve ulusların kaderinde, sözlü tarihin de en az yazılı tarihi kadar önemli olduğuna inanıyorum.

Düşünsenize; benim doğduğum yıl Cumhuriyetimiz 28 yaşında bir delikanlıymış henüz. Ve o büyük Ata’dan öksüz kalalı daha 13 yıl olmuş. Şimdi ben geride sevinciyle, üzüntüsüyle yaşanılmış 62 yılı bırakarak, çalışan kesimin son durağı olan ‘emeklilik’ dönemine girdim. Ulu Önder tarafından ‘ilelebet payidar kalacağı’ işaret edilen Cumhuriyetimiz; ne badireler atlatarak en huzurlu, en olgun, en oturmuş dönemi olması gereken 90 yaşına ulaştı. Adımla övündüğüm; bir Türk yurttaşı olarak adım adım birlikte büyüdüğümüz, yaşlandığımız Cumhuriyetimiz’e her zaman sarsılmaz bir inançla sarıldım.

Ne iktidarlar, ne siyasetçiler, ne hükümetler, bakanlar, başbakanlar, muhalefetler geldi geçti. Hulus-u kalp ile ülkeye ve insanımıza hizmet etmekten başka bir gayeleri olmayanları, ülkemizi uluslararası platformlarda onurla temsil eden, yücelten, makam, ikbal ve çıkar peşinde koşmayan, teşvik ve tahriklere karşı geri adım atmayıp sadece ulusal menfaatler gözeten kararlar alanları gördüm. İçlerinden çıktıkları halkın arasında, evlerinin oturma odasında oturur rahatlıkla sohbet edip simit yiyen, çay içenleri gördüm. Bugün verdikleri sözü yarın unutmayan, değişen koşullara göre kimlik, kişilik değiştiren bukalemunların aksine sonuçları kişisel konumları için neye mal olacak olursa olsun sonuna kadar sözlerinin arkasında duranları gördüm. Sanatı ve sanatçıyı yücelten, koruyan, korumanın ötesinde müzik dinleyen, şiir yazan, çevrelerindeki çirkin siyasetin izlerini üzerlerinden yıkayabilmek için huzuru ney çalmakta, beste yapmakta arayanları, tarihimizi inceleyen, bilen, referans olabilecek kitaplara imza atmış, adı uluslararası bilim dünyasında saygıyla anılan, siyasi yelpazenin hangi kanadında duruyor olursa olsun karşıtlarının önünde ceketlerini iliklediği, sözlerinin bile yazılı, imzalı belgelerden daha fazla güven verdiği, kabul gördüğü devlet büyüklerimizi gördüm. İdeallerine ihanet etmedikleri için makamlarını, mevkilerini, özgürlüklerini kaybetmeyi göze alan, defalarca küllerinden yeniden doğarak, çoğu zaman kendileri değerini bilemese de, Türk halkı için mücadeleyi son nefeslerine kadar sürdürenleri gördüm. Geride ne mal, ne mülk, ne hanlar, hamamlar, yurtiçi ve yurtdışı bankalarda paralar, altınlar, araziler değil sadece onurlu isimlerine ve rafine kimliklerine işaret eden, büyük insanlık mirasının kalıtları olan kitapları bırakanları gördüm. Cumhuriyetimiz’in bu kesitine ve bu insanlarına tanık olmaktan dolayı şanslıyım ve onur duyuyorum. Aynen; bu geçmişi yaşamış bir Türk insanı olarak geleceğe bakarken de aynı ölçüde derin bir hüzün duyduğum gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder