2 Şubat 2013 Cumartesi

ÇOK MU GÜÇ…


Hepimiz hayatın içindeki yolculuğumuz boyunca çeşitli ilişkiler kurmuş, çeşitli çevrelere ait olmuş, dostluklar, arkadaşlıklar yaşamışızdır. İleri yaşlarımızda ‘askerlik arkadaşlığı’, yatılı okul arkadaşlığı’, ‘iş arkadaşlığı’ gibi; bazıları süren bazıları sadece o yaşanan dönemle sınırlı sosyal ilişkilerimiz olmuştur. Ama bunların hiçbiri çocuklukta edinilen ‘mahalle arkadaşlığı’nın yerini tutamaz.
O; baslı başına bir kültürdür. Ayvalık’ta doğup, 41 Evler Mahallesi’nde büyüyen ben, daha önceki yazılarımda birkaç kere değindiğim gibi, ‘mahalle arkadaşlığı’ açısından çok şanslı bir çocukluk geçirdim. Bizimki ‘çocukluk, mahalle’ gibi
sıfatların da ötesinde; patenti o arkadaşlarımdan birisine, Bülent’e (Şentay) ait olan bir deyişle ‘bebeklik arkadaşlığı’ idi. Çünkü aynı mahalleye doğmuş, aynı sokaklarda oynamış, aynı ağaçlara tırmanmış, aynı denizde yüzmüş, kelimenin tam anlamıyla; birlikte büyüdüğümüz bir grup çocuktuk. Şimdilerde 60’lı yaşlarını sürmekte olan yani yarım yüzyıldan fazla bir süredir ilişkimizin devam ettiği ve içimizdeki çoook derin bir yerde hala o ‘çocuğun’ yaşadığına inandığım bir grup.  

Madem söz Bülent’den açıldı; ‘ahde vefa’ya inancım gereği, eski mahallemizi ve insanlarını anmaya ve aramızdan ayrılsalar bile yaşatmaya çalıştığım bu yazı dizisinde; gelin bugün de yüzlerce kez tekrar edilmiş bir ana ve ‘masanın karşı tarafında oturan’ kahramanına gidelim. “Ben de Ayvalık Belediye Başkanı’nın bana verdiği yetkiyle sizleri karı-koca ilan ediyorum.” Eminim ki bu yazıyı okuyan bazı eski Ayvalıklılar bu olaya ve bu sözlere ya tanık olmuşlardır ya bizzat kendileri yaşamışlardır. Nesiller boyu yüzlerce çifti birlikte çıkacakları yolculuğa uğurlayan; ‘masanın karşı tarafında oturan’ kişi, Nikah Memuru Hüseyin Şentay’dır. Ciddi, ağırbaşlı görünümü, yürüyüşü, konuşması, her zaman iki dirhem-bir çekirdek, üç parçalı takım elbisesiyle etrafında bir saygı haresi yaratan, mahallemizin sakin, sessiz, bilge adamıydı Hüseyin bey. Doğrusunu isterseniz; günün herhangi bir anında birbirinin evine gitme, oynama özgürlüğüne sahip ve bazen güneş batıp akşam olana kadar bu özgürlüğün sınırlarını zorlayan çocuklar olarak, çekinirdik biraz Hüseyin amcadan. Yorucu bir günün sonunda evine geldiğinde tek dileğinin biraz huzur ve saat 19:00’da radyoda ‘ajans’ı dinleme isteği olduğunu çocuk aklımızla düşünemezdik. Her zaman gülecen, kahkahası hiç eksik olmayan, şakalar yapan, bize (bazılarını hala unutmadığım) tekerlemeler öğreten, sanki sihirli bir şekilde her gidişimizde bizi bekleyen börek ve kurabiyelerini hazır bulduğumuz Hüsniye hanım teyze kibarca kışkışlardı bizi ‘yarın yine gelin’ diyerek.

Üç çocukları vardı bu değerli komşularımızın. Avukatlık mesleğini ilerideki yıllarda gazeteci olarak sürdürecek olan Bilgin ağabey. Yine avukat olan; çok genç yaşta bir araba kazasında aramızdan ayrılmasının acısını mahallece yaşadığımız Berkin ağabey. Ve; asıl mesleği öğretmenlik olmasına rağmen Türkiye’nin en önde gelen reklam yazarlarından biri olmayı başarmış, bana da 30 yıl boyunca yapacağım reklam yazarlığı mesleğine geçmem için en büyük desteği veren, yaşıtım, ‘bebeklik arkadaşım’, kardeşim Bülent. Çocukluğumun sevgili mahallesinin bu aydınlık ailesinden bize bir tek Bülent kaldı. Bir de anılar.
Bu insanlar yaşadılar, yaşattılar, başkalarının hayatlarına dokundular, iz bıraktılar. Hızla değişen, birbirine yabancılaşan toplum yaşamı içinde eski dostlarımızı, komşularımızı, anılarımızı yaşatmak sadece bizim elimizde.
Bu kadarını olsun yapabilmek çok mu güç?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder