Hepimiz
hayatın içindeki yolculuğumuz boyunca çeşitli ilişkiler kurmuş, çeşitli çevrelere
ait olmuş, dostluklar, arkadaşlıklar yaşamışızdır. İleri yaşlarımızda ‘askerlik arkadaşlığı’, yatılı okul
arkadaşlığı’, ‘iş arkadaşlığı’ gibi; bazıları süren bazıları sadece o
yaşanan dönemle sınırlı sosyal ilişkilerimiz olmuştur. Ama bunların hiçbiri
çocuklukta edinilen ‘mahalle arkadaşlığı’nın
yerini tutamaz.
O; baslı
başına bir kültürdür. Ayvalık’ta doğup, 41 Evler Mahallesi’nde büyüyen ben, daha
önceki yazılarımda birkaç kere değindiğim gibi, ‘mahalle arkadaşlığı’ açısından
çok şanslı bir çocukluk geçirdim. Bizimki ‘çocukluk,
mahalle’ gibi
sıfatların
da ötesinde; patenti o arkadaşlarımdan birisine, Bülent’e (Şentay) ait olan bir
deyişle ‘bebeklik arkadaşlığı’ idi.
Çünkü aynı mahalleye doğmuş, aynı sokaklarda oynamış, aynı ağaçlara tırmanmış,
aynı denizde yüzmüş, kelimenin tam anlamıyla; birlikte büyüdüğümüz bir grup
çocuktuk. Şimdilerde 60’lı yaşlarını sürmekte olan yani yarım yüzyıldan fazla
bir süredir ilişkimizin devam ettiği ve içimizdeki çoook derin bir yerde hala o
‘çocuğun’ yaşadığına inandığım bir
grup.
Madem
söz Bülent’den açıldı; ‘ahde vefa’ya inancım gereği, eski mahallemizi ve
insanlarını anmaya ve aramızdan ayrılsalar bile yaşatmaya çalıştığım bu yazı
dizisinde; gelin bugün de yüzlerce kez tekrar edilmiş bir ana ve ‘masanın karşı tarafında oturan’
kahramanına gidelim. “Ben de Ayvalık
Belediye Başkanı’nın bana verdiği yetkiyle sizleri karı-koca ilan ediyorum.”
Eminim ki bu yazıyı okuyan bazı eski Ayvalıklılar bu olaya ve bu sözlere ya
tanık olmuşlardır ya bizzat kendileri yaşamışlardır. Nesiller boyu yüzlerce
çifti birlikte çıkacakları yolculuğa uğurlayan; ‘masanın karşı tarafında oturan’ kişi, Nikah Memuru Hüseyin Şentay’dır. Ciddi, ağırbaşlı
görünümü, yürüyüşü, konuşması, her zaman iki dirhem-bir çekirdek, üç parçalı
takım elbisesiyle etrafında bir saygı haresi yaratan, mahallemizin sakin,
sessiz, bilge adamıydı Hüseyin bey. Doğrusunu isterseniz; günün herhangi bir
anında birbirinin evine gitme, oynama özgürlüğüne sahip ve bazen güneş batıp
akşam olana kadar bu özgürlüğün sınırlarını zorlayan çocuklar olarak,
çekinirdik biraz Hüseyin amcadan. Yorucu bir günün sonunda evine geldiğinde tek
dileğinin biraz huzur ve saat 19:00’da radyoda ‘ajans’ı dinleme isteği olduğunu çocuk aklımızla düşünemezdik. Her
zaman gülecen, kahkahası hiç eksik olmayan, şakalar yapan, bize (bazılarını
hala unutmadığım) tekerlemeler öğreten, sanki sihirli bir şekilde her
gidişimizde bizi bekleyen börek ve kurabiyelerini hazır bulduğumuz Hüsniye hanım teyze kibarca kışkışlardı
bizi ‘yarın yine gelin’ diyerek.
Üç
çocukları vardı bu değerli komşularımızın. Avukatlık mesleğini ilerideki
yıllarda gazeteci olarak sürdürecek olan Bilgin
ağabey. Yine avukat olan; çok genç yaşta bir araba kazasında aramızdan
ayrılmasının acısını mahallece yaşadığımız Berkin
ağabey. Ve; asıl mesleği öğretmenlik olmasına rağmen Türkiye’nin en önde gelen
reklam yazarlarından biri olmayı başarmış, bana da 30 yıl boyunca yapacağım
reklam yazarlığı mesleğine geçmem için en büyük desteği veren, yaşıtım, ‘bebeklik arkadaşım’, kardeşim Bülent. Çocukluğumun sevgili
mahallesinin bu aydınlık ailesinden bize bir tek Bülent kaldı. Bir de anılar.
Bu
insanlar yaşadılar, yaşattılar, başkalarının hayatlarına dokundular, iz
bıraktılar. Hızla değişen, birbirine yabancılaşan toplum yaşamı içinde eski
dostlarımızı, komşularımızı, anılarımızı yaşatmak sadece bizim elimizde.
Bu
kadarını olsun yapabilmek çok mu güç?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder