26 Ocak 2013 Cumartesi

KOMŞULARIMIZ…


İçinde yaşadığımız çağda; teknolojik gelişmeler, göç, hızlı ve aşırı şehirleşme gibi nedenlerden kaynaklanan sosyal dokumuzdaki değişim, bize kültürümüzde yüz yıllardır çok önemli bir yeri olan bir kavramı unutturur oldu: ‘Komşuluk.’
O kadar ki; bir gün, Şişli’de sekiz yıl oturduğumuz çok katlı, çok daireli bir apartmanın asansöründe Ayvalıklı, geçmiş yıllarda arka mahallemizden komşumuz olan bir ablayla karşılaşmamız ikimiz için de sürprizin ötesinde, tam bir şok oldu. O sırada, apartmandaki dördüncü yılımızdaydık ve dört yıldır, bizden sadece iki kat aşağıda yaşıyor olduğunu öğrendiğim ablayla bir kez olsun yolumuz çakışmamıştı. Oysa ikimiz de aynı kökten geliyorduk, kendisi benim yaşıtım, dolayısıyla doğrudan arkadaşım olmasa bile küçük ablamın yaşıtıydı ve mahallede yolumuzun kesişmediği bir gün bile olmazdı. Şaşırdık, sevindik ama üzüldük. ‘Şehir’ denilen kaosun içinde yitip gitmiştik kısacası.
Ayvalık’tan hareketle  mahallemizi hatırlamaya ve anlatmaya çalıştığım ve görünen o ki daha birkaç hafta vaktinizi alacak olan bu yazılarda hep o günleri düşünüyorum. Komşularımızı, büyüklerimizi, ağabeylerimizi, ablalarımızı, arkadaşlarımı. Anlattıkça onları siz de tanıyacaksınız, hatırlayacaksınız. Çünkü hepsi, hepimiz sadece 41 Evler’li değil, özünde Ayvalıklı’ydılar, Ayvalıklı’ydık. Hangi sosyal sınıfa ait olursak olalım, kökenimiz, dünya görüşlerimiz, maddi durumumuz ne kadar farklı olursa olursa olsun, mahallemizin temel değerlerini üç sözcükle özetlemek mümkündü aslında: Dostluk, dayanışma, paylaşma. Buna dair çocuk belleğimde yer etmiş ve asla unutmadığım o kadar çok anı ve olay var ki. Örneğin… Babam; doğu kültürüyle yetişmiş, kan kussa çevreye ‘kızılcık şerbeti içtim’ diyen yapıda bir insandı. 6 kişilik bir ailenin sorumluluğunu tek bacağıyla taşımaya çalışan, eğitime verdiği önem sonucu dört çocuğunu da okutmayı bayrak edinmiş bir ilkokul öğretmeniydi. O zamanlar anlamamıza imkan yoktu tabii bu yükün nasıl bir şey olduğunu, babamın ve annemin bizi herhangi bir şeyden yoksun bırakmamak için nelerden feragat ettiklerini, nasıl çaba gösterdiklerini.
İşte o günlerden birinde büyük ablamı istemeye gelecekleri haberi ulaştı eve. Ben sanırım dokuz-on yaşlarında olmalıydım. Bir köşede oturmuş, babamla annemin; konukları yüz akıyla ağırlamak için nasıl çareler aradığını, boşa koyup olmadığını, doluya koyup almadığını bugün gibi hatırlıyorum. O sırada kapı çaldı ve ‘komşumuz’ Kemal (Şalmanlı) amca o iri yarı, babayiğit haliyle içeri girdi. Adeta söyleyeceği şeyden kendisi mahcubiyet duyuyor gibi kızararak, terleyerek (rahmetli biraz kilolu olduğu için çok terlerdi zaten) konuştu. Şu cümleyi belki annem bile unutmuştur ama bende hala duruyor: “Hocam, duyduk kızımızı istemeye geleceklermiş. Sen memur adamsın, bak bir sıkıntın var da söylemezsen hakkımı helal etmem. Kaç para istersen vereyim, ödemeyi falan da hiç dert etme. Komşuluk bugünler için var.” Duyulan sonsuz minnete rağmen yine kızılcık şerbeti içildi ve sonuçta bu dayanışma önerisi; annemin (bütün kadınlarda olduğuna inandığım), ihtiyaca yönelik pratik çözümlemesiyle, serviste kullanılacak bir pasta takımı ve ekstra birkaç sandalyenin ‘ödünç’ alınmasıyla karşılandı.
Şalmanlılar’dan; Kemal amca, Feride teyze, Vecihi, Teoman, Atilla, ağabeylerim ve Şadan ve Özcan ablalar artık yoklar. Elbette ikinci-üçüncü nesilleri devam ediyor ama benim günlerimden bize bir tek, çok özel bir insan olan Teoman ağabeyden miras, ebedi, ezeli komşumuz Yurdan ablam kaldı.

Haftaya; Zamanı geriye sarıp diğer komşuları ziyaret etmeye devam edeceğiz.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder