23 Şubat 2013 Cumartesi

BİR HOŞ SEDA…


Ayvalık’ın sosyal dokusu ve toplumsal kimliğinde; özellikle son 20-30 yıl içinde çok büyük farklılıklar oldu. Eskiden; hemen herkesin birbirini tanıdığı, kelimenin tam anlamıyla ‘kendi yağıyla kavrulan’ küçük bir sahil kasabası iken, 1980’lerden itibaren Türkiye’nin ana eksenindeki eğilmelerin izleri doğal olarak Ayvalık’ta da kendini göstermeye başladı. Büyük kentlerdeki yaşama serüvenlerini tamamlayan birçok kişinin emekliliklerinde yaşayacakları yer olarak Ayvalık’ı seçmesiyle başlayan bu sosyal değişimi, geç de olsa bu ‘cennet’i keşfeden ‘sermaye’nin, çocukluğumuzdan bu yana bakir güzellikler olarak birlikte yaşamaya alıştığımız coğrafyaya akını izledi. Ve her sosyal değişimin beraberinde getirdiği toplumsal hareketlerle birlikte; giderek Türkiye’nin her yanından, her kesimden ‘göç’ almaya başlayan Ayvalık, artık ‘yeni’ bir Ayvalığa dönüştü.

Teknolojiden coğrafyaya, insandan yaşam biçimlerine, kişilerden kurumlara kadar, hayatın herhangi bir alanında, yeni ile eski arasındaki temel sorunsal, bir arada var olmaya karşı gösterilen dirençtir. Yeni eskiyi hor görür, eski yeniye uyum sağlayamaz. Ben 1951 yılında Ayvalık’ta doğdum ve organik bağlarımı hala sürdürdüğüm, baba evimin hala orada olduğu ve yürek olarak her zaman Ayvalıklı olmuş ve öyle kalacak bir insanım. Ama yine de; gelip gittikçe benim yıllarımın Ayvalıklıları olan dostlarımdan dinlediğim, paylaştığım, gözlemlediğim bu değişimlerin bizi ‘eski’ Ayvalık’tan ne kadar uzağa taşıdığı ve bunun iyi mi kötü mü olduğuna dair bir yorum yapma hakkını kendimde bulamıyorum. Bu hak; inançla, dirençle Ayvalık’ta yaşamaya devam eden ya da bir süre uzaklaşıp sonra yine toprağına, denizine geri dönen ve geriye kalan sayıları altı bini aşmayan Ayvalıklılara ait. O yüzden; yeni dünya ve Türkiye düzeni içindeki yeni Ayvalık hakkında kulaktan dolma bilgilerden beslenen entelektüel yorumlar yapmak yerine bu köşede; bildiğim insanları, yaşadığım olayları, yerleri, anıları ve anları anlatıyorum. Çünkü bunların her birinin; deyim yerindeyse geriye kalan o bir avuç eski Ayvalıklının da hatırladığı kişiler ve olaylar olduğuna inanıyorum.

Örneğin Ayvalık’ın 1950’lerdeki efsane belediye başkanı Avni Baskın gibi. Onu; çocuk belleğimde yer eden, bileklerine kadar inen kalın yün paltosu, şık kıyafetini tamamlayan fötr şapkası, etrafına yaydığı, boyunun kısalığını örtecek kadar, soyadıyla müsemma baskın otoriter duruşu, kısık ama her dediğini her zaman dinleten sesiyle hatırlıyorum. O dönemin Ayvalıklılarının hepsinin hakkını vereceğinden emin olduğum; herkesi kucaklayan, Ayvalık’ın gelişmesi için çaba harcayan, ‘adil’ bir belediye başkanı idi. 41 Evler mahallesinin var olmasında da onun kararlılığı ve emeği vardır. Bugün inanması zor olsa da 1950’lerde, yani yaklaşık 60-70 yıl önce; kışın kurtların indiği, hiçbir yerleşimin yer almadığı yabani bir orman alanı olan 41 Evler yöresinin imara açılmasını; çoğunluğu orta direk ailelerden oluşan  insanların bir arsa, bir ev sahibi olabilmeleri için öncülük eden, noter huzurunda yapılan adil bir çekilişle arsaların sahiplerine dağıtıldığı girişim tamamen onun öncülüğünde gerçekleşmiştir. Ayvalık’ın en eski gazetecilerinden Ayvalık gazetesinin ve matbaasının sahibi olan Halil (Baskın) amca, eşi Hayriye hanım çok çocuklu, geniş bir ailenin reisi olan Avni beyin oğludur ve çocukluğumun mahallesinin; sevgiyle andığım komşularındandır. Üç cocukları vardı. Ben daha 3-4 yaşlarındayken hiç yüksünmeyip, vaktini ve ilgisini ayırarak bana yüzmeyi öğreten büyük oğulları Fazıl ağabey, yaşıtım olan Feyza ve küçüğümüz olan Füruzan. O dönemlerdeki mahallemizin hemen bütün insanları gibi Baskın ailesi de genel olarak ‘neşeli’ insanlardan oluşuyordu. Halil amcanın ince bir mizah duygusu, Hayriye teyzenin; hiç esirgemediği, mahallede çınlayan kahkahaları vardı. Ve hemen hemen bütün büyüklerimiz gibi onlar da aramızdan ayrıldı ve o kahkahalar da eski Ayvalık’ın gök kubbesi altında hoş bir seda olarak kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder