12 Ocak 2013 Cumartesi

PARAMPARÇA…


Son yıllarda özellikle siyaset sahnesindeki ‘büyüklerimizin’ dile doladıkları; her fırsatta sanki oluşmasının nedeni kendileriymişçesine övündükleri bir ‘mozaik’ sözcüğü var biliyorsunuz. Kaldırıp indirip Türkiye’nin bir ‘kültürler mozaiği’ olduğundan söz eder ve çeşitli organizasyonlar düzenleyerek Anadolu’daki farklı kültürleri bir araya getirme iddiasını oya tahvil etmeye çalışırlar. Bir taraftan sözüm ona bu bütünleştirici resmi sergilerken diğer yandan; bu coğrafyada bin yıldır gerçekten iç içe, kardeşçesine yaşayan onlarca farklı kökenden gelen insanımızın son on yılda bu ölçüde birbirine yabancılaştırılması, bölünmesi, ötekileştirimesi ne yaman çelişkidir. Makro ölçekte tüm Türkiye’de yaşanmakta olan bu parçalanma, tümelden tikele, genelden özele; bölgelere, şehirlere, kasabalara hatta mahallelere kadar yayıldı.

Biz böyle değildik. Bir arada yaşamamızı, dayanışmamızı, zor günlerimizde birbirimizin yanında olmamızı, güzel günlerimizi bir arada, aynı sevinci paylaşarak kutlamamızı belirleyen faktörler; kimin kökeninin ne olduğu, kimin nereden geldiği, ne iş yaptığı, sosyal statüsü, varlıklı mıdır, orta halli midir, ne yer, ne içer, nasıl giyinir, siyasi görüşü nedir, hangi partiye oy verir gibi ölçütler değildi. Elbette yukarıda saydığım hemen her alanda farklılıklar gösteriyorduk, kimimiz zengindi, kimimiz değil, kimimiz şu partiye gönül vermiştik, kimimiz diğerini desteklerdik, mesleklerimiz, dünya görüşlerimiz, aile yapılarımız, okuduğumuz gazeteler değişik olabilirdi ve öyleydi de ama her ne olursa olsun bir bütündük.

Örneğin doğduğum, büyüdüğüm, çocukluğumu ve ilk gençliğimi geçirdiğim, (Allah tüm yaşayan büyüklerimizle birlikte ona da uzun ömürler versin) 87 yaşındaki annemin varlığı nedeniyle köklerimin hala orada olduğu 41 Evler mahallesindeki yaşam; aslında bugünün anlayışıyla bakıldığında, hani o ‘büyüklerimizin’ pek övünebilecekleri, tam bir sosyal bütünlük içinde sürdürülen bir kültür harmanı idi. Ama bizler bunun bir ‘mozaik’ olduğunun farkında bile değildik, olsak bile önemi yoktu. Sadece bir arada ve uyum içinde ‘yaşardık’ işte. Şimdilerde sınırları yukarıya doğru genişlemiş, konut sayısı artmış da olsa o yıllarda ismini aldığı gibi sayılı haneden oluşan mahallemiz; köken olarak da, iş olarak da, varlık ve sosyal sınıf olarak da çok farklı kişi, aile ve komşulardan oluşuyordu. Kimler yoktu ki aralarında… Öğretmen, memur, doktor, emekli subay, banka müdürü, inşaat kalfası, iş adamı, tüccar, esnaf, sanatkar, gazeteci, matbaacı, muhasebeci, nikah memuru, veteriner, bakkal, şekerci, benzin istasyonu sahibi, beyaz eşya dükkanı sahibi, inşaatçı, otelci, pansiyoncu, manifaturacı, hakim, büfeci, zeytinci… Bazısı oldukça varlıklı, bazısı eni konu zengin iken, orta halliler, yoksul olmasa bile sıkıntıda olanlar, ailesinin geçimi için ikinci bir iş daha yapanlar da vardı.

Kimisi Ayvalık’ın yerlisi, kimisi Girit göçmeni, Erzurumlusu, Karslısı, Manisalısı, Altınovalısı, Bergamalısı, Balıkesirlisi, Serezlisi, Selaniklisi, Kandiyelisi, Boşnak’ı… Ama hepsi sabahları çarşıya, işine ya da okuluna gitmek için aynı durakta bekler, aynı otobüse biner, aynı sinemayı ya da kahveyi paylaşır ve en önemlisi, hayatımız henüz televizyon tarafından esir alınmadığı için geceleri birbirlerine ‘ev oturması’na giderlerdi. Biz çocuklar, yukarıda sıralanan farklılıkların hiçbirini hissetmeden, bilmeden, önemsettirilmeden büyüdük. Çünkü biz çocuklar, bir zamanların uyumlu Türkiye tablosunun sevgi tuvalinin üzerine özenli fırça darbeleriyle serpiştiilmiş cıvıl cıvıl renkleriydik. Şimdi ise ortada ne doku kaldı, ne renk, ne desen. Büyüklerimiz kendilerini ve bizi neye inandırmaya çalışırlarsa çalışsınlar mozaik artık paramparça.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder