1 Aralık 2012 Cumartesi

BİR UZUN YOL…


Bu köşenin okurları bilirler; zaman zaman yazılarımda; Ayvalık’ta doğup büyümüş, ‘mahalle’ kültürünün içinde yetişmiş, çam ağaçlarına tırmanmaktan denize dalmaya kadar çocukluğunu doyasıya yaşamış, komşuluğun anlamını ve arkadaşlığın önemini öğrenmiş olmaktan dolayı kendimi çok şanslı bulduğumu dile getiririm. Bunların yanı sıra; bana kattıklarının, hayata nasıl bir altyapı ile hazırlandığımın değerini, ancak yaşım ilerledikçe anlayabildiğim bir şansım daha oldu. İlk ve orta öğrenimimi Ayvalık’ta yapmak.

Sakarya İlkokulunda başladı öğrencilik yolculuğum. Birinci ve ikinci sınıfı Melek (Zengi) hanımda okudum. 61 yaşında bir adamdan duymak tuhafınıza gidebilir ama; ondan sonraki hayatımın tümünde ve hala, ana uğraşım olacak olan ‘okuma ve yazma’nın başarı simgesi ‘Kırmızı Kurdelayı’ yakama taktığı günü, hatta anı, aradan yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine karşın bugün gibi hatırlıyorum. İlkokulun 3., 4., 5. sınıflarını İstiklal İlkokulu’nda Sadi (Utku) beyde okudum. Ve bütün yaşıtım çocuklar gibi; anne-baba yarısı olan ilkokul öğretmenlerimin; yakın, sıcak kucaklarından kopup birden bire orta okulun; hepsi bana yabancı, her derste başka bir yüzle karşılaştığımız öğretmen kalabalığının karşısında buldum kendimi. Çocuk belleği neler kaydediyor… Bu yeni ve ‘kocaman’ dünyada ilk ‘sıra arkadaşım’ sonraları üniversiteye kadar birlikte yürüyeceğimiz ve hala can dostum olan Kaya Timuçin, ilk dersimiz Necdet Sümer beyin resim dersiydi. Daha ne olduğunu anlayamadan ikinci derste tarih öğretmeni Ziya beyle tanıştık ve Ayvalık Orta Okulu ve Lisesi’nde geçecek olan 7 yıllık (lisede sağlık nedeniyle bir yıl kaybettiğim için 4 yıl okudum) serüven böyle devam etti.

Her dönemdeki bütün öğrencilerin öğretmenleri için düşündükleri gibi; bazılarını çeşitli özellikleriyle sevdik, çekindik, korktuk, kendimize yakın ya da uzak bulduk, kendi küçük kafalarımızla yeterliliklerini sorguladık, oyunlar oynadık, kızdırdık, isimler taktık, üzdük… Ve onları bizim farkında bile olmadığımız, olsak bile gençliğin acımasızlığı içinde umurumuzda bile olmayan; hayata, ekonomik zorluklara, sisteme, müfredata karşı verdikleri sonu gelmeyen mücadeleyle baş başa bırakıp mezun olduk, yerimizi yeni nesillere terkederek çekip gittik.

Salih bey (Orta Okul Müdürümüz ve beden eğitimi öğretmeni), Müdür yardımcılarımız Yılmaz bey (resim) ve Ali bey (beden eğitimi), Selma hanım (Türkçe), Tasvire hanım (edebiyat), Zeki bey (İngilizce), Necdet bey ve Rüştü bey (matematik), Feridun bey (kimya), Necla hanım (fizik), Turan bey ve İsa bey (Fransızca), Şükran hanım (coğrafya), Bekir bey (psikoloji), Ülker hanım (tarih), İffet hanım ve Yüksel hanım (biyoloji), Şaban bey (din bilgisi)… Adil bey… Ahit bey… Murat bey ve efsanevi lise müdürümüz Mevlut Oğuz bey. Bu isimlerin hepsi 7 yıllık eğitim ve öğrenimim sırasında beni ben yapan, beni zenginleştiren, hayata hazırlayan öğretmenlerim.

Bizim kuşağımızdan önce de sonra da sadece Ayvalık’ta değil yurdun her  köşesinde hizmet vemiş, veriyor ve verecek olan onlarca, yüzlerce, binlerce öğretmen var oldu, var olacak. Bu uzun yolda tek ödülleri; 24 Kasım’larda aldıkları bir buket çiçek ya da çok ileri yaşlarımda bir gün Nişantaşı’nda dolaşırken Gazi Eğitim Enstitüsü’nde bana sadece İngilizce’yi değil, öğretmen ve ‘adam’ olmayı da öğreten ve her birini saygıyla andığım öğretmenlerimden Mustafa Güzelkaya’nın yanına gidip yaptığım gibi, elinin öpülmesi olan bu aziz mesleğin değerli insanlarına; yaşıyorlarsa sağlık, kaybettiysek rahmet ve şükran dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder