Rusya gezimizin ikinci durağı çeşitli yönetimlerde çeşitli adlar
almasına karşın (önce Saint Petersburg, sonra Petrograd, sonra Leningrad ve
sonunda yine aslına dönüş, Saint Petersburg) büyüleyiciliği hiç değişmemiş olan
Saint Petersburg idi. Moskova, Paris, İstanbul gibi; ilk yerleşkelerin 1000
yılla ifade edildiği efsanevi kentlere göre çok genç, henüz 300 yaşında,
olmasına karşın her dönemde Rusya’nın ihtişam kaynağı oldu. İnsan gerçekten
gezdikçe çok şey öğreniyor, en azından zaman içinde çeşitli kaynaklardan
edindiği bilgilerin eksikliğini, doğruluğunu, yanlışlığını kendi perspektifi
ile görme, değerlendirme olanağı buluyor. Çocukluğumuzdan bu yana tarih
kitaplarımızda ‘Deli Petro’ diye söz edilen Rus Çarı’nın yabancı kültürlerde
‘Büyük Petro/Petro the Great’ diye adlandırıldığını görüyor, bizim
yakıştırdığımız ‘deli’ sıfatının olsa olsa çılgınlık ölçüsünde bir cesaret ve
atılımcılıktan kaynaklanmış olabileceğini anlıyorsunuz.
Çarlık makamına geçtikten sonra ilk on yılını Paris, Londra,
Amsterdam, Roma gibi Avrupa şehirlerinde geçiren Petro ülkesine döndükten
sonra, evet ancak sıradışı bir hayal gücü ve cesaretin soyunabileceği bir işe
kalkışıyor ve bu uzun Avrupa serüveninde gözlemlediği, gördüğü, öğrendiği şehircilik
bilgilerini harmanlayarak Baltık denizi kıyısındaki sonsuz bataklıklardan
oluşan bir coğrafyada, sonraki iki yüz yılın uzunca bir bölümünde büyük Rus
İmparatorluğu’na başkentlik yapacak olan Saint Petersburg’u inşa etmeye
koyuluyor. O yüzden Saint Petersburg’u gezerken orada büyük Avrupa
başkentlerinin izlerini, dokusunu da görüyorsunuz. Sıfırdan, yoktan bir şehir
inşa etmek. Bir taraftan muazzam binalar, saraylar, meydanlar, anıtlar,
tapınaklar, konutlar, bugün hala aynı özelliklerini koruyan geniş caddeler,
parklar, köprüler inşa edilir ve bir kent ortaya çıkarken bu değişimci Çar’ın günümüzden
2,5-3 yüzyıl önce Saint Petersburg’da inşa ettirdiği ilk eğitim kurumu Bilimler
Akdemisi oluyor. Kendisinden sonra gelen Çar ve Çariçe’lerin de aynı anlayışı
sürdürmeleri sonucu Saint Petersburg çağlar boyu ve halen, dünyanın en önde
gelen Bilim ve Güzel Sanatlar merkezlerinden biri halini alıyor. Bu muhteşem
kent; her caddesinde, hatta her ara sokağında sizi estetiğin ve yaratıcılığın
bir başka sürprizinin beklediği adeta bir ‘açık müze’ olmanın yanı sıra, içerik
ve anlayış olarak dünyanın en zengin ve kapsamlı müzelerini ve en muazzam
katedrallerini de barındırıyor. Hele bunların arasında, sözcüklerin
tanımlamakta yetersiz kalacağı, ancak gözün görerek algılayabileceği bir kaç tanesi
var ki… Benim yazı ve tasvir gücümün altından kalkamayacağını bilmekle birlikte
ucundan kıyısından da olsa sizinle paylaşmak isterim.
Tesekkurler bu tanitim yazisi icin....Rus-Slav irkinin muhtesem sanatsalligina tanik olmak cok guzel bir duygu olsa gerek.. ben ucundan yakaladim biraz ..hep sansli oldugumu dusunurum.. Devamini bekliyecegiz...
YanıtlaSil