15 Aralık 2012 Cumartesi

BİR ÇILGIN ADAM…


Rusya gezimizin ikinci durağı çeşitli yönetimlerde çeşitli adlar almasına karşın (önce Saint Petersburg, sonra Petrograd, sonra Leningrad ve sonunda yine aslına dönüş, Saint Petersburg) büyüleyiciliği hiç değişmemiş olan Saint Petersburg idi. Moskova, Paris, İstanbul gibi; ilk yerleşkelerin 1000 yılla ifade edildiği efsanevi kentlere göre çok genç, henüz 300 yaşında, olmasına karşın her dönemde Rusya’nın ihtişam kaynağı oldu. İnsan gerçekten gezdikçe çok şey öğreniyor, en azından zaman içinde çeşitli kaynaklardan edindiği bilgilerin eksikliğini, doğruluğunu, yanlışlığını kendi perspektifi ile görme, değerlendirme olanağı buluyor. Çocukluğumuzdan bu yana tarih kitaplarımızda ‘Deli Petro’ diye söz edilen Rus Çarı’nın yabancı kültürlerde ‘Büyük Petro/Petro the Great’ diye adlandırıldığını görüyor, bizim yakıştırdığımız ‘deli’ sıfatının olsa olsa çılgınlık ölçüsünde bir cesaret ve atılımcılıktan kaynaklanmış olabileceğini anlıyorsunuz.

Çarlık makamına geçtikten sonra ilk on yılını Paris, Londra, Amsterdam, Roma gibi Avrupa şehirlerinde geçiren Petro ülkesine döndükten sonra, evet ancak sıradışı bir hayal gücü ve cesaretin soyunabileceği bir işe kalkışıyor ve bu uzun Avrupa serüveninde gözlemlediği, gördüğü, öğrendiği şehircilik bilgilerini harmanlayarak Baltık denizi kıyısındaki sonsuz bataklıklardan oluşan bir coğrafyada, sonraki iki yüz yılın uzunca bir bölümünde büyük Rus İmparatorluğu’na başkentlik yapacak olan Saint Petersburg’u inşa etmeye koyuluyor. O yüzden Saint Petersburg’u gezerken orada büyük Avrupa başkentlerinin izlerini, dokusunu da görüyorsunuz. Sıfırdan, yoktan bir şehir inşa etmek. Bir taraftan muazzam binalar, saraylar, meydanlar, anıtlar, tapınaklar, konutlar, bugün hala aynı özelliklerini koruyan geniş caddeler, parklar, köprüler inşa edilir ve bir kent ortaya çıkarken bu değişimci Çar’ın günümüzden 2,5-3 yüzyıl önce Saint Petersburg’da inşa ettirdiği ilk eğitim kurumu Bilimler Akdemisi oluyor. Kendisinden sonra gelen Çar ve Çariçe’lerin de aynı anlayışı sürdürmeleri sonucu Saint Petersburg çağlar boyu ve halen, dünyanın en önde gelen Bilim ve Güzel Sanatlar merkezlerinden biri halini alıyor. Bu muhteşem kent; her caddesinde, hatta her ara sokağında sizi estetiğin ve yaratıcılığın bir başka sürprizinin beklediği adeta bir ‘açık müze’ olmanın yanı sıra, içerik ve anlayış olarak dünyanın en zengin ve kapsamlı müzelerini ve en muazzam katedrallerini de barındırıyor. Hele bunların arasında, sözcüklerin tanımlamakta yetersiz kalacağı, ancak gözün görerek algılayabileceği bir kaç tanesi var ki… Benim yazı ve tasvir gücümün altından kalkamayacağını bilmekle birlikte ucundan kıyısından da olsa sizinle paylaşmak isterim.

ISAAK KATEDRALİ: İnşaatı 40 yıl sürmüş, 101,5 metre kubbe yüksekliğine sahip, kabartmaları, içte ve dıştaki heykelleri, göz kamaştıran altın yaldız süslemeleri, beyaz ve yarı değerli mavi mermerlerden oluşan döşeme, duvar ve sütunları, bildiğimiz yedi rengin dışında sizi bin farklı renkle tanıştıran vitrayları, inanılmaz bir mozaik zenginliğiyle üretilmiş ve iç yüzeyin; o muhteşem kubbe de dahil her santimetrekaresini kaplayan ve her biri döneminin üstat sanatçıları tarafından resmedilmiş birer başyapıt olan kutsal resimleri ve hepsinin ötesinde, içeriye girdiğiniz andan itibaren hangi inanıştan olursanız olun, Tanrı’nın evinde olduğunuzu hissettiren o saygılı sessizlik ve huşu duygusu… Bu muhteşem katedralden ayrılırken gözlerimizle çektiğimiz sayısız fotoğrafı anılarımıza ekleyip diğer olağanüstü güzellikleri de sonraki haftalarda sizlerle paylaşmak üzere, 300 yıl önce bir çılgın adamın hayal gücünün gerçeğe dönüştüğü kentteki gezimize devam ediyoruz.

1 yorum:

  1. Tesekkurler bu tanitim yazisi icin....Rus-Slav irkinin muhtesem sanatsalligina tanik olmak cok guzel bir duygu olsa gerek.. ben ucundan yakaladim biraz ..hep sansli oldugumu dusunurum.. Devamini bekliyecegiz...

    YanıtlaSil