Şu dünyadaki 60 yılımı geride bırakıp, 61. yılımdan aldığım ilk günün
sabahında, 8 Temmuz’da, delikanlılığımızdan bu yana hayata biraz da sol
taraftan bakan bizim neslimiz için her zaman ‘girilemezliğin’,
‘ulaşılamazlığın’ simgesi olmuş olan Moskova’ya indik. Bu gezide; daha önceleri
bazı yazılarımda sizlerle paylaşmaya çalıştığım; Çek Cumhuriyeti/Prag,
Slovakla/Bratislava, Macaristan/Budapeşte, Arnavutluk/Tiran, Karadağ/Podgoritza
gibi eski Doğu Bloku ülkelerinden bazılarına yaptığımız yolculuklardan daha
farklı duygular içindeydik. Şaka değil; Rusya’daydık… Sovyetler Birliği
dağıldıktan sonraki dönemde yaşanan iniş-çıkışlardan sonra bugün dünyanın en
büyük ekonomik, siyasi ve askeri güçlerinden biri olarak varlığını sürdüren, yüzde
70’ine yakın bir bölümünün orman, yeşil alan ve tarım alanı olarak korunduğu 17
milyon metrekarelik yüzölçümü, 145 milyon kişilik nüfusu, kişi başına yıllık
16.000 dolara varan ortalama geliri ve belki de en önemlisi; okuma-yazma oranının
yüzde 95 olduğu bir devin kollarındaydık. Ve Moskova’daydık… On yıllar boyu çevresini
saran, üzerini örten ‘Demir Perde’
bir ucundan aralanmış, geç kalmış gençliğimizin içeriye girmesine izin
vermişti.
‘Kendi himmete muhtaç bir dede,
kaldı ki başkalarına himmet ede’ sözünde dile getirildiği gibi, ülkemizde
on yıldır yaşananlar ortadayken bu yazıda; hızla değişen dünya düzeni içinde
Rusya’nın bugünkü siyasi konjonktürü üzerine bir şeyler söylemenin çok da
anlamlı olmadığı görüşündeyim. Bu bağlamda; Rus vatandaşlarının çoğunun ‘Sovyet’
sözcüğünü duydukları zaman konu ne olursa olsun cevap vermeyi reddettiklerini,
hele yeni kuşağın ve gençlerin bu kavramı ilk kez duyuyormuşçasına boş boş baktıklarını
ve son seçimlerde Rusya Komünist Parti’sinin 100 milyon seçmenden sadece 13
milyonunun oyunu alarak yüzde 17’de kaldığını söylemek yeterince açıklayıcı
olacaktır kanısındayım. O yüzden gelin; artık tüketilmiş tartışmaların yerine
sizinle Moskova’da gezinelim isterseniz.
Rusya’nın; kaç yazı sürebileceğini henüz benim de kestiremediğim bu gezi
notlarında yer alacak olan iki büyük kentini; Moskova ve Saint Petersburg’u
-elbette mümkün değil ama- tek sözcükle tanımlamaya kalksam kullanacağım
sıfat ‘ihtişam’ olacaktır. Türkçe’ye
ne kadar özen gösterdiğimi, dilin doğru kullanımının benim için ne kadar önemli
olduğunu bu köşenin okurları bilirler. Buna rağmen günlük konuşma akışımda sindire
sindire kullanamadığım bazı sözcükler de vardır. Bildiğim, kabul ettiğim,
kullandığım ama henüz bir türlü içselleştiremediğim sözcüklerden biri de ‘görkem’dir.
O yüzden, Moskova ve Saint Petersburg’u nitelerken bilerek ve isteyerek
‘ihtişam’ sözcüğünü kullandım. Çünkü ‘görkemli’ sıfatı, oralarda gördüklerimizi
tanımlamakta yeterli derinliği anlatmaktan çok uzak. Bu iki kent de kelimenin
hak ettiği anlamıyla ‘muhteşem’ler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder