61
yaşındayım. Var oluşun ihtişamı ve tarihin sonsuz arşivi içinde okyanusta bir
damla ya da kozmozda bir zerre bile olmayan bu sure, yine de bir insan ömrü
için uzun sayılabilir. Bu 61 yıl içinde; sosyal, kültürel, coğrafi, tarihi ama özellikle
siyasi boyutta Türkiye’nin ve dünyanın çehresini değiştirecek çok şeye tanık
oldum. Bazılarını bizzat yaşayarak, bazılarını okuyarak, seyrederek, konuşarak,
gözlemleyerek, gezerek, görerek… Örneğin Türkiye’de ihtilaller, darbe
girişimleri, bir zamanlar çok şablon bir deyişle özetlenen ‘sağ-sol’
çatışmaları, ‘tebdil-tağyir ve ilga’ suçlamaları, ölenler, öldürenler, banka
soygunları, konsolos cinayetleri, cephe iktidarları, bazılarını benimsediğimiz,
bazılarının yönetim biçimleri bize hiç uymayan hükümetler, ‘bizden üç-onlardan
üç’ sözleriyle, hakların en kutsalı olan ‘yaşama hakkı’nı matematiksel bir
hesaba indiren idamlar, tek parti iktidarları, koalisyonlar, ‘hayali ihracat’
kavramıın siyasi boyutu ile tanışmamız, makamın kurumsal ciddiyetine yakışmayan
‘koy bir kaset de neşemizi bulalım’lar, uluslararası ilişkilerdeki inişler, çıkışlar,
komşularla neredeyse kişisel kaprislere indirgenebilecek nedenlerden
kaynaklanan sorunlar, terörün değişen yüzleri…
Benim
bir kalemde hatırlayabildiğim bu ve benzeri maddelere okurların kendi
ekleyecekleri köşetaşları ile uzayıp gider bu liste.
Aslında
bunların hiçbiri dönemsel olarak şartların ortaya çıkardığı rastgele gelişmeler
değildir. Hepsi; bir açıdan şans, diğer açıdan talihsizlik sayılabilecek, dünyanın
en stratejik coğrafyasında yer alan ülkemiz ve ulusumuz için, bugün nerede
duruyorsak bizi o noktaya getiren zincirin; belirli bir strateji çerçevesinde
yıllarca özenle birleştirilmiş halkalarıdır. Hal bizde bile böyleyken kocaman
yaşlı dünyamızdaki değişimleri sıralamak elbette beni aşan, başka bir uzmanlık
alanına giren ve bu satırlara sığamayacak bir çaba olur. Yine de genel
hatlarıyla kapitalizm denilen sistemin ezici üstünlüğünün yön verdiği bir
‘dönüşüm’den, bir ‘çözülme’den, bir ‘denge yitimi’nden söz etmek mümkündür
sanırım.
Düşünün;
ekonomisiyle, siyasetiyle, askeri gücüyle, uzay yarışlarıyla, sıcak ve soğuk
savaşlarıyla, uluslarıyla, bloklarıyla, Demir Perde’siyle, Doğu ile Batı
arasındaki ihtiyat dengesini sağlayan koskoca bir sistem olan komünizmin
nefesi, sadece ortalama bir insan ömrü sayılabilecek 74 yıl içinde tükendi.
Komünizm; hani bizim
delikanlılık dönemlerimizdeki en büyük günah, en tehlikeli etiket. Kendi içinde
onlarca fraksiyonu, bölünmesi, çatışması olmasına karşın hayata sol taraftan
bakanların, diğerleri tarafından genellenerek aynı şemsiye altında topladıkları
ve hepsi için ‘Komünistler Moskovaya’ haykırışlarını dillendirdikleri, hatta
eski cumhurbaşkanlarımızdan birinin, adeta kristal küresine bakıp “Bu kış
komünizm gelecek.” diye tarih bile düşürdüğü sistem. Çöktü. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağıldı. Yugoslavya bölündü.
Arnavutluk şimdi Avrupa Birliği üyesi. Küba’da bile özel mülkiyete izin
verilmeye başlandı. Irak paramparça. Afganistan’da kan durmuyor. Afrika’yı
artık çöl sıcakları değil, bahar ateşleri yakıyor. ‘Duvar’ın yıkılmasıyla
Almanya birleşti ve Avrupa’nın amiral gemisi haline geldi. Çin artık dünya
liginin gizli santrforu. Rusya ise liberoda yeri garanti olan tek oyuncu,
Bizler de hep yaptığımız gibi; hiçbir şekilde bir parçası olmadığımız ve
olamayacağımız bu küresel oyunu tribünlerden izliyoruz. Bakalım daha neler
olacak. Yaşayan görüyor!.
Not:
Bütün bu hay huy içinde ‘yaşayıp görmeye’ ancak belirli bir yaşa ulaşınca
halimizin ve vaktimizin elverdiği ve daha önceleri de sizinle paylaştığım ‘Gezi
Notları’nda haftaya sizinle Rusya’ya gidiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder