Çocukluğumuzda;
hepimizin duyduğu ya da söylediği, bugünün deyişiyle ‘fikir jimnastiği’ olarak
nitelendirilebilecek bazı aforizmalar vardı. Örneği ‘Sanat sanat için midir
yoksa toplum için midir?’ gibi. Hatırlayanlar olacaktır, bu sözleri alır ve okullardaki
‘münazaralarda’ enine boyuna tartışırdık. Sanki ‘sanat’ denilen o engin okyanus
her iki amacı da kucaklayamazmış gibi. Bu tür sözlerin ve belki de en
yanlışlarından biri de; ‘Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?’ idi. Bu savın,
kendi içinde doğruluğu, yanlışlığı değildi tartışılan. Sanki bir tercih
sunulur, birinin diğerine üstünlüğü savunulur, ‘gezmek’ biraz havai bir eylem
olarak nitelendirildiği ve ‘okumak’ kendinden menkul bir ciddiyet taşıdığı için
genelikle, daha ağır basardı. Yukarıdaki diğer aforizmada olduğu gibi, sanki bu
iki edim, yani ‘okumak’ ve ‘gezmek’ birbirini ve dolayısıyla insanı bir arada
daha iyi besleyemezmiş gibi.
Yazılarımda
sıklıkla bizim kuşak diye sözünü ettiğim nesil; gerek ailelerimizin, gerek
öğretmenlerimizin, gerekse ‘çağın’ yönlendirmeleri ile ‘okuyan’ çocuklar olarak
büyüdük. Çok da iyi ettik. Ama o ‘gezme’ tarafımız; ait olduğimuz sınıfın maddi
koşulları ve yine ‘çağın’ gerekleri sonucu hep bir adım aksak kaldı. Çünkü
ailelerimiz için öncelik -doğal ve haklı olarak- bakımımız, beslenmemiz,
eğitimimiz, hayatta bir şeyler olabilmemizdeydi. ’Gezmek’ ne de olsa keyfi bir
edimdi. Sonra bizler büyüdük, ana-baba olduk. Bu kez de bizler ebeveyn
sorumluluklarıyla sarmalanmıştık. Şimdi öncelik kendi çocuklarımızın okuyan
çocuklar olarak büyümeleri, bakımları, beslenmeleri, eğitimleri ve hayatta bir
şeyler olabilmelerindeydi. Çok şükür, alnımızın akıyla çıktık bu süreçten ama
aklımızın bir köşesinde her zaman var olan kendi gezmelerimizi sürekli
erteledik durduk.
Bir
de baktık ki yaşlanmışız. ‘Yahu dur, ne oluyor, daha ülkede ve dünyada,
‘okumalarımızla’ öğrendiğimiz ama ancak gezip görerek ete kemiğe büründürülecek
sınırsız bir coğrafya, insanlar, uluslar, ülkeler, kentler, kültürler var.’
telaşına düştük. Bendeniz, gerek öğretmenliğim sırasındaki tayinler, gerekse
farklı sektörlerden farklı müşterilere hizmet verdiğim reklamcılığım nedeniyle
güzel ülkemin birçok köşesini görme şansına sahip olmuştum. Bununla da kalmayıp
çocuklarımız küçükken ileride ufukları bizden daha geniş olsun, kendi
ülkelerini, insanlarını, coğrafyalarını tanısınlar, aktarabildiğimiz kadarıyla
tarihlerini de bizzat yerinde görsün, öğrensinler diye hemen fırsatta küçük,
çekirdek ailemle gezilere çıkmayı, keyiften ziyade bir görev bildik. Bunların
arasında hiç kuşkusuz en değerlileri; özel olarak Ankara’ya Anıtkabir’e ve
Çanakkale Şehitliği’ne yaptığımız ziyaretlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder