Bir
organizmada bir şeyler aksamaya başlayınca bir daha eski haline dönmesi,
tedavisi ya da tamiri zor, hatta bazen imkansız olabiliyor. Bireyler için
olduğu kadar toplumlar için de geçerli bu durum. Çünkü toplumlar da yaşayan,
gelişen, yerinde sayan, gerileyen, bölünen, birleşen, yeni yapılar oluşturan
organizmalar. O organizmaların varlıklarını sürdürmelerini sağlayan birden çok
parametre var. Coğrafyası, tarihi, kültürel altyapısı, maddi refahı,
gelenekleri, eğitim koşulları, din kültürü, etnik zenginliği, uluslararası
itibarı, yönetimsel yapısı, hayata karşı sergilediği duruş, gençliği, hep
birlikte coşkuyla kutlanan ulusal günleri, dayanışması, kadına ve çocuğa
verdiği değer, kitapla ilişkisi, güzel sanatlara aşinalığı, geleceğe bakışı, beklentileri,
umutları…
Kısacası
barış ve mutluluk içinde, bir arada yaşayabilmeleri için bu ve benzeri sayısız kavram
ve olgudan harmanlanmış bir harç. Bizim toplumumuz bunu çok iyi başaran, harcı
çok sağlam karılmış bir organizmaydı. Sonra ne olduysa (gerçi ne olduğunu
hepimiz çok iyi biliyoruz ya) harcın kumu çözülür, çimentosu çürür, demiri pas
tutar oldu. Ağır ağır gelinen noktada bir de baktık ki bina yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya. İçinde yaşayan organizma ise hayatın her alanında
ve var oluşun her anlamında bölünmeye, parçalanmaya, birbirinden kopuk yeni
mikro organizmalara dönüşmeye başladı. Yakın tarihimizi inkar edip geçmişe
dönme özlemine sarıldık. Coğrafyamız belirli çıkarlar karşılığında pazarlık
konusu edilir oldu. Toplumun büyük bölüğü; bırakın refahı, temel insani
harcamalarını yapamaz durumda. Bu vatanı birlikte kurtardığımız ve kurduğumuz etnik
zenginliğimiz çatışmalara, düşmanlıklara doğru yelken açtı. Nüfusunun yüzde
doksan dokuzunun Müslüman olduğu topraklarda, bazılarının iddialarına göre
Müslümanlar, yani sen, ben, biz nasıl oluyorsa zulüm ve baskı altında dinimizin
vecibelerini yerine getiremez olduk (?).
Kadınımız
toplumsal yaşamdan dışlanmakla, eve kapatılmakla kalmadı, adına töre ya da
gelenek, ne derseniz deyin bazı çağ dışı uygulamalar nedeniyle her gün artan
sayılarda özgürlüklerini, kimliklerini daha da acısı yaşamlarını yitirir oldu, çocuklarımız
ülke gerçeklerinden uzak, yapay bir Batı kültürü artıkları ile beslenir oldular.
Deneme-yanılma yöntemleriyle yap-boz tahtasına dönen eğitimimiz yerlerde
sürünüyor. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyadaki tüm ulus ve toplumlarda,
insanın söz konusu olduğu her yerde ve tarih boyunca geçerli olmuş olan bazı
temel kavramlar tersine dönmeye başladı. Bunların başında gelen ‘sevgi’, haydi nefret demeyelim ama katı
bir ‘sevgisizliğe’ dönüşmüş durumda.
‘Saygı’ makam ve parayla elde edilir
ve muhafaza edilir oldu (tabii o koşullarda gösterilen davranışa ne kadar saygı
denebilirse artık). Yapıcı, yaratıcı, araştırıcı, ilerici kimliklerimizin
üzerine ağır bir korku pelerini örtüldü, yaptığımız ve söylediğimiz her şeyden,
konuştuğumuz, düşünce ve duygularımızı paylaştığımız herkesten kuşku duyar, korkar
olduk. Dayanışma duygumuzu, birbirimize olan inancımızı yitirdik. Gelinen
noktada elimizde kalan tek şey; özdeyişlerimizde bile ‘fakirin ekmeği, ye Mehmet
ye’ diye ifade edilen ‘umut’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder