6 Temmuz 2012 Cuma

İYİ OLMAK…


Hepimiz yaşamımız boyunca biyolojik, sosyal, toplumsal çeşitli sıfatlar yükleniyoruz. Süreç içinde çocuk oluyoruz, yetişkin oluyoruz, erkek, kadın, baba, anne, karı, koca, kardeş, abla, ağabey, büyükbaba, büyükanne oluyoruz. Yeğen, kuzen, amca, teyze, halı, dayı, öğrenci, arkadaş, dost oluyoruz. Genetik ve yapısal olmanın yanı sıra toplumun ve koşulların bize eklediği ve yüklediği nitelemeler de oluyor: Aydın oluyoruz, yobaz oluyoruz, yapıcı, yıkıcı, mutlu, depresif, yardımsever, hoşgörülü, bencil, çıkarcı, umursamaz, sorumlu, sorumsuz, güvenilir, dönek, ilkeli, kalleş, muhteris, fedakar… oluyoruz.
Bir meslek sahibi olduğumuzda başka bir sıfat daha ediniyoruz: Öğretmen, doktor, yazar, mühendis, çiçekçi, sporcu, asker, çöpçü, kapıcı, pilot, gazeteci, sanatçı, memur, avukat, yargıç, tamirci, marangoz, sihirbaz, hemşire, muhasebeci, tüccar… ya da eğitimimiz, içine doğduğumuz aile, olanaklarımız, yetenek ve becerilerimiz, meraklarımız bizi nereye doğru götürüyorsa yüzlerce meslekten birini ekliyoruz ismimizin başına.
Sonra… Çalışıyoruz, çalışıyoruz, çalışıyoruz.
Ve yolunda gittiyse her şey, süreç, olması gerektiği gibi tamamlandıysa hepimiz ortak bir sıfatta buluşuyoruz: Emekli!
Ve tam o noktada dönüp geride bıraktıklarımıza, ileriye doğru ‘biriktirdiklerimize’ bakıyor ve kendimizi, kendimize; okumuş olan dostların hatırlayacaklarını umduğum, geçen haftaki yazımın bitiriş sorusunu sorarken buluyoruz:
Peki ya sonra?
Sorun; her ne iseniz ve nasıl yaşamış, ne olmaya çabalamış olursanız olun gelip gelip bütün nitelemelerin üzerinde, ulaşılması belki de en zor olan üç harflik bir sıfatı hak edip edememeye dayanıyor: ‘İYİ’ olmak. İyi bir evlat, iyi bir eş, iyi bir baba olmak. İyi bir kardeş, arkadaş, dost, yurttaş olmak. Yaptığımız iş her ne olursa olsun ciddiye almak, saygı duymak ve iyi yapmak.
Yukarıda biraz da naifçe özetlemeye çalıştığım sürecin bütün aşamalarını geride bırakmış olan bendeniz de bu maddi ve manevi muhasebe çağına ulaşmış olmanın hem huzur ve mutluluğunu, hem de açık söylemek gerekirse biraz da şaşkınlığını yaşıyor ve (gittiğimde böyle bir şansım olup olmayacağının cevabı olmadığı için) şimdiden, daha aklım ve nefesim yerindeyken benden sonrasını merak ediyorum. Geride bıraktığım 61 yıl içinde yazının başında sözünü ettiğim biyolojik, toplumsal ve sosyal sıfatların çoğunu üstlendim. Bazılarını layıkıyla becerebildim, bazılarında kendimden hiç memnun olmadım ama hepsi yaşandı işte. Ve üstelik az önce merak ettiğimi söylediğim, arkamdan sorulacak olan o nihai soruya verilen cevabın ne olduğunu şimdiden bilmeme karşın, (çünkü biz merhumu hep iyi biliriz) bunun gelenek gereği mi söylendiğini yoksa hak edilmiş bir sıfat mı olduğunu sadece geride kalanlar bilecek. Bu yaşam sarmalı da hep böyle geldiii… böyle gidecek.
İyi olun ve iyi kalın sevgili dostlar. Çünkü büyük matematikçi ve ozan Hayyam’ın, günümüzden neredeyse 1000 yıl önce; yaşamış, yaşıyor ve yaşayacak olan her insanın öyküsünü özetlediği dizelerinde söylediği gibi; 
“Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben var oldukça var bu dünya, ben yok, o da yok.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder