29 Haziran 2012 Cuma

PEKİ YA SONRA?


Yaşam döngüsü garip bir sarmal. Yeryüzünde yaşamın ne şekilde başladığı, hangi evrelerden geçtiği, hangi çağları geride bıraktığı, ne iken neye doğru evrildiği gibi bilimsel, yaşamın anlamının ne olduğu konusunda çeşitli düşünce akımlarının yüzyıllar boyu peşinden koştuğu felsefi, bunlarla kimi zaman dirsek temasında kimi zaman ayrı kutuplarda yine çağlar boyu sürdürülen teolojik, mistik, metafizik cevap arayışlarının karşısında; benim sınırlı bilgi, algı ve birikimimin geldiği nokta son derece yüzeysel ve basit olabilir. Çünkü toplumumuzun büyük bir bölüğü gibi bendeniz de ‘sıradan’ bir insanım.
Benim merakım yaşam döngüsünün ‘sonrası’ ile alakalı.
Yanlış anlaşılmasın lütfen, ölümden sonraki varlık-yokluk, cennet-cehennem gibi soyut, teolojik, bambaşka bir idrak alanına giren kavramlara yönelik değil benim sorum. Ona insanlık tarihi boyunca çeşitli dinlerin kutsal kitaplarının yanı sıra yüzlerce ozan, yazar, bilim insanı, felsefeci, ulema kendi cevaplarını vermiş ve vermeye çalışmaktalar. Benim sorum ‘giden’ için değil, giden sonrası süreç ile ‘kalan’ için. Doğumla ölüm arasındaki akış içinde çalışıyoruz, didiniyoruz, seviyoruz, gülüyoruz, ağlıyoruz, mutluluğu ve hüznü yaşıyoruz, evleniyoruz, çocuk sahibi oluyoruz, onların yaşam çizgisini doğru bir düzlemde tutmaya gayret ediyoruz, okuyoruz, yazıyoruz, eğitim görüp ‘bir şey’ oluyoruz, satın alıyoruz, tüketiyoruz, (bizim sınıfımızın insanları olarak) şanslıysak bir ev sahibi oluyoruz, o evi bir yuvaya dönüştürmek için emek veriyoruz, çaba sarfediyoruz, geziyoruz, görüyoruz, öğreniyoruz, yaşadığımız yerleri bizim kılmaya, kendi imzamızı atmaya, kendi kimliğimizi yansıtmaya gayret ediyoruz.
Kısacası, yaşam döngüsünün orta bölümü boyunca; ‘biriktiriyoruz’. Kullanılıp, işlevini yitirdikten sonra hayatımızdan çürüğe çıkan ve her an yenilenebilecek; mobilya, beyaz eşya, kıyafet, masa-sandalye gibi gündelik şeyler değil tabii kastettiğim. Kitapları, filmleri, plakları, tabloları, bizim için özel anlamı olan nesneleri, fotoğrafları, anları, anıları, yaşanmışlıkları biriktiriyoruz. Bütün bunlar sadece kendimize ve uzun yıllar boyu bir arada yaşama şansı ve mutluluğuna sahip isek yoldaşımıza, ‘biz’ dediğimiz o iki kişiye anlam ifade eden, değeri hiçbir maddi ölçüye sığmayan şeyler.
Okuduktan sonra üzerinde tartışılan bir kitabı, izleyip konuştuğumuz bir filmi, dinledikten sonra kaldırılan bir plağı, duvardaki tabloda arada sırada daha önce görmediğimiz bir ayrıntıyı keşfetmenin heyecanını paylaşmayı, bilmem hangi yolculuğumuzda, ülkenin ya da dünyanın bilmem hangi köşesinde, arka zeminde yer alan, kozmosun o anında ve o mekanda yollarımızın kesiştiği ve bir daha hayatımız boyunca görmeyeceğimiz kişi ya da görüntüleri bile hatırlayıp güldüğümüz bir fotoğraf karesini biriktiriyoruz. Yaşam döngüsünün orta bölümü böyle sürüp giderken Yahya Kemal’in o olağanüstü dizelerinde dile getirdiği ‘demir almak günü geliyor zamandan’ ve biri gidiyor.
Biz’, ‘ben’ kalıyor. Ve kalan, aynı zamanda en zor soruyla karşı karşıya kalıyor. Peki ya sonra?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder