Bu köşenin -olduğunu
umduğum- sürekli okurları zaman zaman, çağın gereği de olsa teknolojik
gelişmelerin hayatımıza kattığı kolaylıkların yanı sıra ulusal ve geleneksel
değerlerimizi yitirmemize neden olduklarına dair inancımdan dolayı duyduğum
üzüntüyü dile getirdiğimi bilirler. Hele okurlar arasında genç kuşaklardan
insanlar varsa sanırım benim için çağa ayak uyduramayan, bağnaz, ya da en hafif
tabiriyle eski kafalı diye düşünüyor olabilirler. Tek güvencem, eski
öğrencilerim olsun, iş arkadaşlarım olsun, dostlarım olsun kendi çevremden beni
tanıyanların ve Ayvalık’taki hemen hepsi benim yaşıtlarım olan eski ama
eskimeyen dostlarımın benim böyle bir kişi olmadığımı bilmeleridir.
Köy Enstitülü bir
babanın çocuğu ve hayatı boyunca aydın olamasa bile aydınlık bir insan olmaya
çalışan biri olarak; ‘gelişme’ ve ‘ilerleme’nin her şeyden önce kaçınılmaz
olduğuna ve diyalektiğin temelinde yatan ‘değişmeyen
tek şey değişimin kendisidir’ anlayışına gönülden inanmış biriyim. Benim bu
konudaki eleştirilerimin altında her zaman olduğu gibi insan faktörü
yatmaktadır. Örneğin iki haftadır bilgi çağından ve internetten söz ediyorum bu
satırlarda. Bu gelişmeleri belki de en fazla içselleştirmiş kişilerden biriyim.
Yaşıma rağmen izliyorum, öğreniyorum, yararlanıyorum, kullanıyorum ama bu;
internet denilen sonsuz kollu ahtapotun dikkat edilmesi gereken tehlikelerini
görmemem ve dile getirmemem anlamına da gelmiyor.
Her yeni sistemde
olduğu gibi internet de beraberinde ‘yan sanayi’ ürünlerini getiriyor. Her biri ayrı
bir yazı hatta kitap konusu olabilecek ‘Face Book’, ‘Google’, ‘Twitter’ ve
benzeri ürünler bunlar. O kadar ki ‘Face Book’ üzerine, kendi sisteminin içinde
üç Oscar’la ödüllendirilen film bile çekildi. Google; resmi İngilizce diline
yeni bir fiil olarak girdi. İnternette bir bilgiye ulaşma arayışı ‘googling’
sözcüğü ile ifade ediliyor. Bilgisayar yazışmalarında olsun cep telefonlarında
olsun; kullanılan Türkçe dünyanın gramer altyapısı en sağlam, en köklü
dillerinden biri olan dilimizi iyice yabancılaştırmaya, başka bir şeye
dönüştürmeye başladı. Türkiye’de bile birbirimize; o da yanlış bir kullanımla
‘SMS’ (yani Short Message Service’/Kısa Mesaj Hizmeti) ya da ‘twit’ atar olduk.
Bütün ödemelerimizi, rezervasyonlarımızı, programlamalarımızı internet
aracılığı ile yapabiliyoruz, iyi güzel ama öte yandan kredi kartı bilgilerimize
ulaşılıp çok ciddi dolandırılma tehlikesiyle de yaşıyoruz. Dünya ulusları
arasında internette yer alan korkunç boyutlardaki pornografi sitelerine en sık giren
dördüncü ulusuz maaşallah. Toplum olarak zaten hiç bir zaman bir yaşam
alışkanlığı haline getiremediğimiz gazeteyi, kitabı hepten unuttuk. Onun yerini
bilgisayar ekranındaki ‘sosyal medya’
diye bir şey aldı. İstanbul’daki kafelerde aynı masadaki insanların hepsinin
önünde bir bilgisayar var. Konuşmuyorlar, gülüşmüyorlar ama 30 santim ötesinde,
karşısında oturan arkadaşlarına, dostlarına, sevgililerine ‘mail’ atıyorlar. Bu
konuda yazılacak daha çok şey var ama özellikle son 3-4 yıldır bilgisayar,
internet ve onun az önce dile getirdiğim yan sanayi ürünleri ile ilgili olarak
yaşıyor ve öyle anlaşılıyor ki yaşayacak olduğumuz; güç odaklı manipülasyonlar
sonucu her biri yarım yüzyıla yakın bir süre onurla ülkelerine hizmet etmiş insanların;
konuştukları, yazdıkları, yaptıkları ispat bile edilemeyen şeyler yüzünden
suçlanıyor, tutuklanıyor, hapislerde ömür çürütüyor olmaları tehlikeye
yeterince dikkat çekecektir sanırım.
Biz sıradan insanlar, ya da
sosyolojik deyişle ‘sokaktaki adam’, her zamanki gibi, bekleyelim bakalım daha
neler göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder