2 Haziran 2012 Cumartesi

BEKLEYELİM BAKALIM…


Bu köşenin -olduğunu umduğum- sürekli okurları zaman zaman, çağın gereği de olsa teknolojik gelişmelerin hayatımıza kattığı kolaylıkların yanı sıra ulusal ve geleneksel değerlerimizi yitirmemize neden olduklarına dair inancımdan dolayı duyduğum üzüntüyü dile getirdiğimi bilirler. Hele okurlar arasında genç kuşaklardan insanlar varsa sanırım benim için çağa ayak uyduramayan, bağnaz, ya da en hafif tabiriyle eski kafalı diye düşünüyor olabilirler. Tek güvencem, eski öğrencilerim olsun, iş arkadaşlarım olsun, dostlarım olsun kendi çevremden beni tanıyanların ve Ayvalık’taki hemen hepsi benim yaşıtlarım olan eski ama eskimeyen dostlarımın benim böyle bir kişi olmadığımı bilmeleridir.
Köy Enstitülü bir babanın çocuğu ve hayatı boyunca aydın olamasa bile aydınlık bir insan olmaya çalışan biri olarak; ‘gelişme’ ve ‘ilerleme’nin her şeyden önce kaçınılmaz olduğuna ve diyalektiğin temelinde yatan ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ anlayışına gönülden inanmış biriyim. Benim bu konudaki eleştirilerimin altında her zaman olduğu gibi insan faktörü yatmaktadır. Örneğin iki haftadır bilgi çağından ve internetten söz ediyorum bu satırlarda. Bu gelişmeleri belki de en fazla içselleştirmiş kişilerden biriyim. Yaşıma rağmen izliyorum, öğreniyorum, yararlanıyorum, kullanıyorum ama bu; internet denilen sonsuz kollu ahtapotun dikkat edilmesi gereken tehlikelerini görmemem ve dile getirmemem anlamına da gelmiyor.
Her yeni sistemde olduğu gibi internet de beraberinde ‘yan sanayi’ ürünlerini getiriyor. Her biri ayrı bir yazı hatta kitap konusu olabilecek ‘Face Book’, ‘Google’, ‘Twitter’ ve benzeri ürünler bunlar. O kadar ki ‘Face Book’ üzerine, kendi sisteminin içinde üç Oscar’la ödüllendirilen film bile çekildi. Google; resmi İngilizce diline yeni bir fiil olarak girdi. İnternette bir bilgiye ulaşma arayışı ‘googling’ sözcüğü ile ifade ediliyor. Bilgisayar yazışmalarında olsun cep telefonlarında olsun; kullanılan Türkçe dünyanın gramer altyapısı en sağlam, en köklü dillerinden biri olan dilimizi iyice yabancılaştırmaya, başka bir şeye dönüştürmeye başladı. Türkiye’de bile birbirimize; o da yanlış bir kullanımla ‘SMS’ (yani Short Message Service’/Kısa Mesaj Hizmeti) ya da ‘twit’ atar olduk. Bütün ödemelerimizi, rezervasyonlarımızı, programlamalarımızı internet aracılığı ile yapabiliyoruz, iyi güzel ama öte yandan kredi kartı bilgilerimize ulaşılıp çok ciddi dolandırılma tehlikesiyle de yaşıyoruz. Dünya ulusları arasında internette yer alan korkunç boyutlardaki pornografi sitelerine en sık giren dördüncü ulusuz maaşallah. Toplum olarak zaten hiç bir zaman bir yaşam alışkanlığı haline getiremediğimiz gazeteyi, kitabı hepten unuttuk. Onun yerini bilgisayar ekranındaki ‘sosyal medya’ diye bir şey aldı. İstanbul’daki kafelerde aynı masadaki insanların hepsinin önünde bir bilgisayar var. Konuşmuyorlar, gülüşmüyorlar ama 30 santim ötesinde, karşısında oturan arkadaşlarına, dostlarına, sevgililerine ‘mail’ atıyorlar. Bu konuda yazılacak daha çok şey var ama özellikle son 3-4 yıldır bilgisayar, internet ve onun az önce dile getirdiğim yan sanayi ürünleri ile ilgili olarak yaşıyor ve öyle anlaşılıyor ki yaşayacak olduğumuz; güç odaklı manipülasyonlar sonucu her biri yarım yüzyıla yakın bir süre onurla ülkelerine hizmet etmiş insanların; konuştukları, yazdıkları, yaptıkları ispat bile edilemeyen şeyler yüzünden suçlanıyor, tutuklanıyor, hapislerde ömür çürütüyor olmaları tehlikeye yeterince dikkat çekecektir sanırım.
Biz sıradan insanlar, ya da sosyolojik deyişle ‘sokaktaki adam’, her zamanki gibi, bekleyelim bakalım daha neler göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder