Hayatı, kötü bir şaka gibi yaşamaya başladık. Gün
geçmiyor ki yakın
çevremizden başlayıp ülke geneline kadar yayılan
yeni bir olayla
karşılaşmayalım. Akşam yatıyoruz, sabah
kalkıyoruz, büyüklerimizin;
biz küçük insanların hayatlarını doğrudan
etkileyecek bazı kararlar
almış, bazı yasalar çıkarmış, uygulamaya bile
başlamış olduklarını
görüyoruz. O doğrudan etkiler giderek
insanlarımızı daha hoşgörüsüz,
daha acımasız, daha ‘önce ben, hep ben’ci hale getirdi.
‘Dondurmam Gaymak’ filmindeki o unutulmaz repliğin
kenarında
yaşar olduk. “Bir
cinnet yeter!”
Bu toplumsal kaygan zeminden en fazla etkilenen kesim
hiç kuşkusuz
kadınlarımız ve çocuklarımız. ‘Cinnet’in ortasında
en fazla onlar
yer alıyorlar, sonuçlarını en fazla onlar yaşıyorlar.
TC Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı resmi verilere
göre;
2002 yılında 66 kadın cinayeti işlenirken bu
oranın sonraki dönemde
yıllara göre izlediği kanlı yol şu şekilde:
2003’te:
83, 2005’te: 164, 2005’te: 317, 2006’da: 663,
2007’de: 1011,
2008’de:
806, 2009’da: 953. 2010 yılında
bu oran yüzde yüz artarken
ayrıca 281 kadın tecavüze, 182 kadın da
tacize uğruyor.
Tabii bu taciz ve tecavüz olayları; toplumsal
baskı ve kişisel utanç
nedeniyle gizlenenlerin dışında kalan, yalnızca
mahkemeye intikal
edenler. 2011 yılında sadece Marmara Bölgesi'nde 65 kadın
yaşamını
yitirirken, 75 kadın tecavüze uğruyor.
'Namus'
denilen ve her nedense sadece kadından beklenen o soyut
erdem
nedeniyle öldürülen kadın sayısı 30, ev içi şiddete uğrayan
kadınlarımız
da 17 kişi. 60 kadın yaralama ve şiddete maruz kalıyor,
33
kadın tecavüze uğruyor. Tekrar ediyorum; bunlar ülkemizin
sadece
bir bölgesindeki rakamlar.
Ve
her rakam; aslında bir kadın, bir insan.
Bitmedi… TÜBİTAK araştırmasına göre evli kadınların
yüzde
34,5’i hayatları boyunca en az bir kez dayak yiyor.
Türkiye’de
aile içinde dayak yemek her on
kadından üçünün
günlük
yaşamının bir parçası. Bitmedi… 2.
Nüfus İdaresi
kayıtlarına göre Türkiye'deki resmi evliliklerde gelinlerin yüzde
26'sı 16-19 yaş aralığında. Medeni Kanun’da yeri olmamasına
karşın istatistiklere bile girecek kadar gerçek olan dini evlilikler
de
dikkate alındığında bu oran en az yüzde 30’lara tırmanıyor.
Araştırmalar, 8 yıllık kesintisiz eğitimle 16 yaşında evlenme oranının
yüzde 44, 17 yaşında doğum yapma oranının da yüzde 36 azaldığını
ortaya koyuyor. Ve biz; o 16-19 yaş aralığında çocukları olan küçük
insanlar gece uyurken, büyüklerimiz, daha kendileri çocukluktan
yeni çıkan ve hayata karışamadan çocuk sahibi olarak eve kapanan
kızlarımız için 4+4+4 diye bir yasa çıkarıyorlar. Ne
yazık ki; toplumun
büyük bir kesiminin yaptığı gibi ‘görmemeyi, işitmemeyi ve konuşmama’yı
oynamaya devam etmek, yukarıda söylenenleri daha
az gerçek kılmıyor.
İçiniz daraldı, değil mi?
Peki haydi o zaman sizinle günümüzden 800 yıl
öncesine bir uzanalım.
“Rivayet
olunur ki Cengiz han, otağında tüm hanlarını toplamış, sağ yanına
eşi
Börte Hatun’u oturtmuş. Görelim bakalım ne soylamış:
“Ben,
hanlar hanı, Cengiz han, hepinizin hanıyım”. Sonra Börte Hatun’un
elini
tutarak “İşte bu da benim ‘han’ım’dır.”
İşte Türk toplumunda erkeklerin
eşlerine yükledikleri ‘hanım’ sıfatının kökeninde bu öykünün olduğu söylenir.
Kadının, günümüzden sekiz yüzyıl önce, dönemin
hanlar hanının yanında
böyle onurlandırıldığı, ülke kararları üzerinde
söz hakkının olduğu;
yakın tarihimizde Ulu Önder Atatürk’ün, hayatın
her alanındaki
öngörülerinde olduğu gibi, toplumumuzun geleceğinin
temelini
oluşturduğuna inandığı kadınlarımızın daha 1934
yılında ileri
Avrupa ülkelerinden bile önce seçme ve seçilme
hakkına kavuşmalarını
sağladığı, böylesine ‘anaerkil’ bir topluluktan bugünün,
hayatın her alanında ‘erkek egemen’ yapısına nasıl geldik?
Daha da önemlisi hayatı daha nereye kadar böyle
kötü bir şaka gibi
yaşayacağız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder