‘Homo Homini Lupus’,
yani; ‘insan insanın kurdudur’. Milattan önce 254-184
yılları arasında yaşamış olan Romalı tiyatro yazarı Maccius Plautus’un bu sözü,
aradan geçen 2 bin yıldan fazla süre boyunca; her devirde, her coğrafyada, her
toplumda geçerliliğini korumuştur ve öyle görünüyor ki korumaya da devam
edecektir. İnsanın insana yaptığının örneklerini, yaradılışın hiçbir canlısında
görmek mümkün değildir. Tarih boyunca her türlü bilimsel ilerleme, keşif, icat;
bir yanıyla insanın refahı için, diğer yanıyla tamamiyle yönetenlerin amaç ve
niyetlerine bağlı olarak insanın köleleştirilmesi, hatta yok edilmesine yönelik
kullanılmıştır.
Kökleri 1950’lerde, askeri amaçlarla geliştirilmeye çalışılan bir
sisteme uzanan ama dünya çapında kullanımı 1992’den başlayarak yaygınlaşan ‘internet’ de bu gelişmelerden biri,
tüm insanlık tarihi içindeki en kapsamlısı ve belki de bir yanıyla da en
tehlikelisidir. Yirmi yıl… Sadece yirmi yıl içinde dünya, deyim yerindeyse,
kendini yukarıdaki üç harfle tanımlanan sisteme teslim etmiştir. WWW… Yani
World Wide Web… Tercümesi; Dünyaya Yayılan Ağ.
Bugün; dünyanın her köşesinde ve 24 saat boyunca içlerinde senin,
benim, bizim de olduğumuz milyarlarca insane; bilgisayarımızda ya da cep
telefonumuzda; evimizde, işyerimizde, ofisimizde, yolculukta, yatakta, koltukta,
otobüste, vapurda, metroda, trende, piknikte, otururken, yürürken, kısacası
aklınıza gelebilecek her yer, her an ve her durumda bu ağın içinde debelenmekteyiz.
Ve işin tuhafı; bu teslimiyeti tamamiyle kendi irademiz ve isteğimizle kabul
etmekteyiz. Çünkü bu sistem, yaşam kalitemizi ve refahımızı geliştiren ve yükselten
bir uygulama. Örneğin; her türlü bilgiye (doğruluğu, yanlışlığı, taraflılığı,
tarafsızlığı gibi sorgulamalardan azade) saniyeler içinde ulaşabilmekteyiz. Banka
işlemlerimizi, rezervasyonlarımızı, yaşamımızın programlanmasını,
yazışmalarımızı, kutlamalarımızı, haberleşmelerimizi alış-verişlerimizi oturduğumuz
yerden -yaygın deyişle- iki kere tıklayarak yapabiliyoruz.
Pek ala… pek güzel… Ama görmek ya da sorgulamak istemediğimiz bir
başka boyutu daha var işin. Atmosferimizi (daha doğrusu hayatımızı) saran bu
görünmez ağ, farkında olmasak bile her gün, her an bizi biraz daha sıkıştıran,
boğan, geri dönemeyeceğimiz bir çemberin içine alıyor. Artık sadece biz sıradan
insanların hayatları değil, ülkelerin bile varoluşları bu sisteme kapılmış
durumda. Geçen hafta sizlerle paylaşmaya çalıştığım George Orwell’in yaratıcı
hayal gücü ürünü ‘Big Brother’; yani
yeryüzündeki herkesin yaptığı, yaşadığı, konuştuğu hatta düşündüğü her şeyi
gören, duyan, kontrol eden, yönlendiren, cezalandıran ‘yönetici güç’, belki bu sistemi yaratan ve üretenlerin bile
düşleyemeyeceği bir boyuta ulaşmış durumda. Bugün; -varsayımsal olarak- internet
sistemi dünya çapında bir gün, sadece bir gün çökse beraberinde dünya da çöker.
Borsalar kapanır, ulaşım durur, askeri operasyonlar arap saçına döner, sağlık
hizmetleri aksar, haberleşme kesilir, şirketler iflas eder, üretim biter, -inanın
abartmıyorum- ülkeler batar.
Bilirsiniz kapana ayağını
kıstıran kurt, kurtulabilmek için kendi pençesini koparır. Ve biz, böyle bir kapana
kendi isteğimizle yakalanmış durumdayız. Üstelik sadece bir pençemizle değil,
bütün vücudumuz ve varlığımızla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder