12 Mayıs 2012 Cumartesi

YAVRU CEYLAN… (Anneler günü için)


Ekim 1917 devriminden sonraki yıllarda Kafkaslar’dan Türkiye’ye göç edip, Kars’ın Posof nahiyesine yerleşen ‘Uğurlu’ ailesinin 7 çocuğundan beşincisi. Kendisini orada bekliyor olduğunu bilmediği kaderi, sonraki bütün ömrünü belirleyecek şekilde tecelli ediyor ve henüz 14 yaşındayken; genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çalışkan, adanmış, yakışıklı, bar başında mendil salladığı zaman genç kızların yüreğini hoplatan bir öğretmeni olarak karşısına çıkıyor. Ve geleceğe doğru birlikte yola çıkıyorlar. 12 köy okulunun gezici başöğretmeni olan kocasının yanında, küheylanlarının üzerinde o köy senin, bu köy benim dolaşıyorlar, bu uzak yurt köşesinin dağlarını, tepelerini, çaylarını aşıyorlar.
Yeni kurulmakta olan Cılavuz Köy Enstitüsü’ne tayini çıkıyor eşinin. Müdürüyle, öğretmeniyle, öğrencisi ve köylüsüyle tuğla tuğla kendilerinin inşa ettiği Enstitü tamamlanıncaya kadar, bu iki genç insan, diğerlerinden bir kilimle ayrılan küçük, taş bir odada yaşıyorlar. Daha 15’indeyken kucağına alıyor ilk çocuğunu. Ve sonraki 6 yıl içinde üçe çıkıyor çocukların sayısı. Enstitü’nün ‘Ziraat Şefi’ olan eşi, görev başında sakatlanınca tebdil-i hava veriyorlar öğretmene. Sakat bir adam, genç bir kadın, üç çocuk ve varları-yokları olan birkaç denkle 1950 yılında, Cılavuz’dan yola çıkıp, bin bir yoksunluk ve zorlukla, hiç görmedikleri, hiç kimseyi tanımadıkları Ayvalık limanında vapurdan iniyorlar. Bu satırların yazarı; ailenin, nüfus kağıdında doğum yeri Ayvalık yazan  tek bireyi olarak 1951 yılında Macaron mahallesinde bir evde dünyaya geliyor. Onca yaşanmışlığı, mutluluğu, sıkıntıyı yüklenmiş, belki de geride bıraktığı dönemde birkaç yaşama yetecek hayat yaşamış olan annesi daha 26 yaşında.
Ayvalığı çok seviyorlar. Ayvalık da onları benimsiyor, bağrına basıyor. Yeni kurulmakta olan küçücük 41 Evler mahallesindeki komşularıyla bir aile gibi, barışık, paylaşımcı, yeni nesillerin ancak sözlüğe bakarlarsa anlamını öğrenebilecekleri, neredeyse bir imece hayatı sürüyorlar. Mahalleye elektrik bağlanmamış henüz, ne gam. Komşu kadınlar geceleri çeşitli evlerde toplanıp lamba ışığında konuşarak gülüşerek çorap yamıyorlar. Yemekler gaz ocaklarında pişiyor, çamaşırlar kuyulardan çekilen suyla arka bahçelere kurulan kazanlarda kaynatılıyor. Hepsi orta halli aileler, hiç biri varlıklı değil ama bugünkü gibi siyasi bir sakız haline getirilmiş söylemle değil, gerçek anlamda vatana-millete yararlı, aydınlık çocuklar yetiştiriyorlar. O evdeki dört çocuk gibi.
Bir gün bile ‘of’ demiyor anne. Eşi ve çocukları için paralıyor kendisini. Eğitimleri, okulları, beslenmeleri, giyim kuşamları için gereğinde öğretmen oluyor, gereğinde ev ekonomisti. Ve büyük oğlanın giysilerini küçüğüne uydurmanın yanı sıra, iki yetişkin genç kızının yüzü yerde dolaşmaması için yeni modeller bulan, yaratan, diken bir terzi. Bunca mücadele içinde hayattan da kopmuyor. Kendini yetiştirmeye de vakit ayırabiliyor. Okuyor, eline ne geçerse ve sürekli okuyor. Uzun yıllar boyu gönüllü görev yaptığı Ayvalık Yardımsevenler Derneği’ne, hizmetlerinin son yıllarında başkanlık da ediyor. Çocuklar büyüyorlar, okuyorlar, meslek sahibi oluyor, evleniyor ve eşyanın tabiatı gereği yuvadan uçuyorlar. Ve ne yazık ki, bu satırlarda özeti bile verilemeyecek bir yaşam yoldaşlığının sona erdiği gün geliyor. 70 yıllık hayat arkadaşıyla vedalaşıyorlar.
Bu yaşam öyküsünün sahibi, 86 yıllık yaşamının 62 yılını geçirdiği Ayvalık’ta, 41 Evler mahallesindeki evinde yaşıyor. Yıllar önce ailesinin göç ettiği Kafkasya Türkçesi’ndeki ‘yavru ceylan’ anlamına gelen adı…  Terlan Güven. Benim annem. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder