Ekim 1917 devriminden
sonraki yıllarda Kafkaslar’dan Türkiye’ye göç edip, Kars’ın Posof nahiyesine yerleşen
‘Uğurlu’ ailesinin 7 çocuğundan beşincisi. Kendisini orada bekliyor
olduğunu bilmediği kaderi, sonraki bütün ömrünü belirleyecek şekilde tecelli
ediyor ve henüz 14 yaşındayken; genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çalışkan, adanmış,
yakışıklı, bar başında mendil salladığı zaman genç kızların yüreğini hoplatan
bir öğretmeni olarak karşısına çıkıyor. Ve geleceğe doğru birlikte yola
çıkıyorlar. 12 köy okulunun gezici başöğretmeni olan kocasının yanında,
küheylanlarının üzerinde o köy senin, bu köy benim dolaşıyorlar, bu uzak yurt
köşesinin dağlarını, tepelerini, çaylarını aşıyorlar.
Yeni kurulmakta olan
Cılavuz Köy Enstitüsü’ne tayini çıkıyor eşinin. Müdürüyle, öğretmeniyle,
öğrencisi ve köylüsüyle tuğla tuğla kendilerinin inşa ettiği Enstitü
tamamlanıncaya kadar, bu iki genç insan, diğerlerinden bir kilimle ayrılan küçük,
taş bir odada yaşıyorlar. Daha 15’indeyken kucağına alıyor ilk çocuğunu. Ve
sonraki 6 yıl içinde üçe çıkıyor çocukların sayısı. Enstitü’nün ‘Ziraat Şefi’
olan eşi, görev başında sakatlanınca tebdil-i hava veriyorlar öğretmene. Sakat
bir adam, genç bir kadın, üç çocuk ve varları-yokları olan birkaç denkle 1950
yılında, Cılavuz’dan yola çıkıp, bin bir yoksunluk ve zorlukla, hiç
görmedikleri, hiç kimseyi tanımadıkları Ayvalık limanında vapurdan iniyorlar. Bu
satırların yazarı; ailenin, nüfus kağıdında doğum yeri Ayvalık yazan tek bireyi olarak 1951 yılında Macaron
mahallesinde bir evde dünyaya geliyor. Onca yaşanmışlığı, mutluluğu, sıkıntıyı
yüklenmiş, belki de geride bıraktığı dönemde birkaç yaşama yetecek hayat
yaşamış olan annesi daha 26 yaşında.
Ayvalığı çok
seviyorlar. Ayvalık da onları benimsiyor, bağrına basıyor. Yeni kurulmakta olan
küçücük 41 Evler mahallesindeki komşularıyla bir aile gibi, barışık,
paylaşımcı, yeni nesillerin ancak sözlüğe bakarlarsa anlamını
öğrenebilecekleri, neredeyse bir imece hayatı sürüyorlar. Mahalleye
elektrik bağlanmamış henüz, ne gam. Komşu kadınlar geceleri çeşitli evlerde
toplanıp lamba ışığında konuşarak gülüşerek çorap yamıyorlar. Yemekler gaz
ocaklarında pişiyor, çamaşırlar kuyulardan çekilen suyla arka bahçelere kurulan
kazanlarda kaynatılıyor. Hepsi orta halli aileler, hiç biri varlıklı değil ama bugünkü
gibi siyasi bir sakız haline getirilmiş söylemle değil, gerçek anlamda
vatana-millete yararlı, aydınlık çocuklar yetiştiriyorlar. O evdeki dört çocuk
gibi.
Bir gün bile ‘of’
demiyor anne. Eşi ve çocukları için paralıyor kendisini. Eğitimleri, okulları,
beslenmeleri, giyim kuşamları için gereğinde öğretmen oluyor, gereğinde ev
ekonomisti. Ve büyük oğlanın giysilerini küçüğüne uydurmanın yanı sıra, iki
yetişkin genç kızının yüzü yerde dolaşmaması için yeni modeller bulan, yaratan,
diken bir terzi. Bunca mücadele içinde hayattan da kopmuyor. Kendini
yetiştirmeye de vakit ayırabiliyor. Okuyor, eline ne geçerse ve sürekli okuyor.
Uzun yıllar boyu gönüllü görev yaptığı Ayvalık Yardımsevenler Derneği’ne,
hizmetlerinin son yıllarında başkanlık da ediyor. Çocuklar büyüyorlar,
okuyorlar, meslek sahibi oluyor, evleniyor ve eşyanın tabiatı gereği yuvadan
uçuyorlar. Ve ne yazık ki, bu satırlarda özeti bile verilemeyecek bir yaşam
yoldaşlığının sona erdiği gün geliyor. 70 yıllık hayat arkadaşıyla
vedalaşıyorlar.
Bu yaşam öyküsünün
sahibi, 86 yıllık yaşamının 62 yılını geçirdiği Ayvalık’ta, 41 Evler
mahallesindeki evinde yaşıyor. Yıllar önce ailesinin göç ettiği Kafkasya
Türkçesi’ndeki ‘yavru ceylan’ anlamına gelen adı… Terlan Güven. Benim annem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder