20 yıl kadar önce Amerika’da başlayıp dünyaya yayılan ‘fileofax’ adı verilen bir ajanda vardı.
İnsanın hayatını, randevularını, yapacağı işleri, önemli günleri vs.
programlayan bir sisteme dayalı idi. Gelişen teknoloji ile birlikte bu sistem önce
bilgisayarlara taşındı. Sabah işe gelip bilgisayarınızı açtığınızda sesli ya da
görüntülü olarak bilgisayarınız size o gün ve gelen yakın günlerdeki
yükümlülüklerinizi hatırlatıyordu. Sonra sistem ufaldı, ufaldı, cebimize girdi.
Şimdi yeni geliştirilen cep telefonlarının içindeki yazılımlar, sizi neredeyse
dakika dakika programlıyorlar. Eloğlunun yaptığı bir makine; bırakın günlük,
haftalık, aylık programlarınızı, yapmanız gereken işleri, katılmanız gereken
toplantıları, eşinizin doğum gününü ya da evlilik yıldönümünüzü bile (tabii böylesine günleri unutma gafletinde
bulunanlar için) size hatırlatıyor.
Askerliğimi yaparken Bölük Komutanımız Yüzbaşı Nadi Postoğlu (her Türk
erkeği, askerliğe dair her ayrıntıyı hatırlar bilirsiniz, ben de kimbilir şimdi
nerede ve ne yapıyor olan 35 yıl öncesinde kalmış bu komutanımın adını hiç
unutmadım) bize sol üst cebimizde küçük bir defter ve bir kalem taşımamızı
öğütlemişti. Yaşımın ve algı kapasitemin elverdiği ölçüde teknolojinin
nimetlerinden yararlanmaya çalışmama karşın (örneğin bu yazıyı İstanbul’da, evimdeki bilgisayarımda yazıp internet
aracılığıyla Hürses’e ulaştırmak gibi) komutanımın adını ‘Akıl Defteri’ koyduğu bu öğüdünü o gün
bugündür tuttum. Elbette yukarıdaki teknik olanakların karşısında benim
sistemim oldukça ilkel kalıyor ama hayatım boyunca yararını gördüm bu
alışkanlığımın. Her zaman elimin altında olan, yakın, orta ve uzak dönemlerde
neler yapacağımı bana hatırlatan, değişen durumlara göre kendimi ayarladığım
notların yazılı olduğu bir defterdir bu ve bazen yakınlarımın müstehzi (yeni nesiller için
açıklayayım; alaycı) gülümsemelerine
yol açacak kadar disiplinle uygular, programlı yaşamaya çalışırım.
Bu uygulama her şeyden önce Türkiye’de en az değer verilen, en kolay
harcanan iki kavramdan biri olan ‘zaman’ı
doğru ve verimli kullanmamı sağlar, anlamsız zaman kayıplarını önler. (En az değer verilen, en kolay harcanan
ikinci kavramın ucunu açık bırakıyorum, herkes bunu kendine göre
yorumlayabilir, örneğin benim için bu; insan
yaşamıdır.)
Ben aktif çalışma yaşamını geride bırakmış ya da alıştığımız deyişle
emekli olmuş bir birey olarak zamanı doğru değerlendirmeye, sorumluluk ve
yükümlülüklerimi yerine getirmeye, yakın, orta ve uzak dönemlere dair
programlar yapıp onlara uymaya çalışırken, büyüklerimizin bu kadar; günden güne
değişen, koskoca bir toplumu adeta her gün yeniden ve sadece o günlük yaşamaya
yönlendiren uygulamalarını hayretle karşılıyorum. Her sabah gazeteler bize ne
söylüyorsa, televizyonlar bize ne gösteriyorsa o günkü gündemimizi onlar
belirliyor. Onu konuşuyoruz, onu tartışıyoruz ve bitiyor. Ertesi sabah yeni bir
gündeme uyanıyoruz. ‘Zaman’ın tarih
içindeki akışının neresinde durduğumuz, nereden geldiğimiz, nereye gidiyor
olduğumuz bizi ilgilendirmez oldu. Çünkü o elektronik programlayıcılarda ‘dün’
yer almıyor. Ve kimsenin cebinde bir ‘Akıl Defteri’ yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder