21 Nisan 2012 Cumartesi

AKIL DEFTERİ…


20 yıl kadar önce Amerika’da başlayıp dünyaya yayılan ‘fileofax’ adı verilen bir ajanda vardı. İnsanın hayatını, randevularını, yapacağı işleri, önemli günleri vs. programlayan bir sisteme dayalı idi. Gelişen teknoloji ile birlikte bu sistem önce bilgisayarlara taşındı. Sabah işe gelip bilgisayarınızı açtığınızda sesli ya da görüntülü olarak bilgisayarınız size o gün ve gelen yakın günlerdeki yükümlülüklerinizi hatırlatıyordu. Sonra sistem ufaldı, ufaldı, cebimize girdi. Şimdi yeni geliştirilen cep telefonlarının içindeki yazılımlar, sizi neredeyse dakika dakika programlıyorlar. Eloğlunun yaptığı bir makine; bırakın günlük, haftalık, aylık programlarınızı, yapmanız gereken işleri, katılmanız gereken toplantıları, eşinizin doğum gününü ya da evlilik yıldönümünüzü bile (tabii böylesine günleri unutma gafletinde bulunanlar için) size hatırlatıyor.
Askerliğimi yaparken Bölük Komutanımız Yüzbaşı Nadi Postoğlu (her Türk erkeği, askerliğe dair her ayrıntıyı hatırlar bilirsiniz, ben de kimbilir şimdi nerede ve ne yapıyor olan 35 yıl öncesinde kalmış bu komutanımın adını hiç unutmadım) bize sol üst cebimizde küçük bir defter ve bir kalem taşımamızı öğütlemişti. Yaşımın ve algı kapasitemin elverdiği ölçüde teknolojinin nimetlerinden yararlanmaya çalışmama karşın (örneğin bu yazıyı İstanbul’da, evimdeki bilgisayarımda yazıp internet aracılığıyla Hürses’e ulaştırmak gibi) komutanımın adını ‘Akıl Defteri’ koyduğu bu öğüdünü o gün bugündür tuttum. Elbette yukarıdaki teknik olanakların karşısında benim sistemim oldukça ilkel kalıyor ama hayatım boyunca yararını gördüm bu alışkanlığımın. Her zaman elimin altında olan, yakın, orta ve uzak dönemlerde neler yapacağımı bana hatırlatan, değişen durumlara göre kendimi ayarladığım notların yazılı olduğu bir defterdir bu ve bazen yakınlarımın müstehzi (yeni nesiller için açıklayayım; alaycı) gülümsemelerine yol açacak kadar disiplinle uygular, programlı yaşamaya çalışırım.
Bu uygulama her şeyden önce Türkiye’de en az değer verilen, en kolay harcanan iki kavramdan biri olan ‘zaman’ı doğru ve verimli kullanmamı sağlar, anlamsız zaman kayıplarını önler. (En az değer verilen, en kolay harcanan ikinci kavramın ucunu açık bırakıyorum, herkes bunu kendine göre yorumlayabilir, örneğin benim için bu; insan yaşamıdır.)
Ben aktif çalışma yaşamını geride bırakmış ya da alıştığımız deyişle emekli olmuş bir birey olarak zamanı doğru değerlendirmeye, sorumluluk ve yükümlülüklerimi yerine getirmeye, yakın, orta ve uzak dönemlere dair programlar yapıp onlara uymaya çalışırken, büyüklerimizin bu kadar; günden güne değişen, koskoca bir toplumu adeta her gün yeniden ve sadece o günlük yaşamaya yönlendiren uygulamalarını hayretle karşılıyorum. Her sabah gazeteler bize ne söylüyorsa, televizyonlar bize ne gösteriyorsa o günkü gündemimizi onlar belirliyor. Onu konuşuyoruz, onu tartışıyoruz ve bitiyor. Ertesi sabah yeni bir gündeme uyanıyoruz. ‘Zaman’ın tarih içindeki akışının neresinde durduğumuz, nereden geldiğimiz, nereye gidiyor olduğumuz bizi ilgilendirmez oldu. Çünkü o elektronik programlayıcılarda ‘dün’ yer almıyor. Ve kimsenin cebinde bir ‘Akıl Defteri’ yok. 

Meraklıların bir yere not alması dileğiyle; ben, kendi akıl defterime, haftaya bu konuyu biraz daha ve somut örneklerle irdelemeye çalışacağımı yazdım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder