10 Mart 2012 Cumartesi

ÖĞRETMENLERE SAYGI İLE…


Öğretmenler, Cumhuriyet’in ilk yılları dışında hemen her iktidar döneminde sıkıntılar içinde yaşayan, aldıkları ücret; kira, geçim, çocuk okutma ve olması gereken yaşama standardını karşılayamadığı için ikinci iş yapmak zorunda kalan bir kesim olmuştur. Gazetelerde sık sık hafta sonlarında pazarda limon, sokakta simit satan, çocuklarla geçen uzun ve yorucu bir günden sonra evinde bir parça dinlenebilme ve kendini ertesi günkü ‘eğitim görevi’ne hazırlayabilme yerine geceleri taksi şoförlüğü yapan ve inşaattan konfeksiyona daha bir çok sektörde ekmek parası peşinde koşan öğretmen haberlerini görürüz. Görürüz de ne olur? Onlar da vaka-i adiye yani sıradan olaylardır bizim için ve ‘ah yazık’ diye hayıflanır, sayfayı çeviririz. Geriye sadece o habere konu olan öğretmenin kendisinin bildiği, yaşadığı trajedi kalır.
Ulu Önder’e Meclis’in ilk yıllarında “Milletvekili maaşları ne kadar olsun?” diye sorulduğunda verdiği cevap malumdur: “Öğretmen maaşını geçmesin!”
Bu, asla sıradan bir cevap, günü kurtarmak için söylenmiş bir söz, hele hele lider sultasının sıklıkla gördüğümüz Makyavelist tutumu değil, Atatürk’ün; hayatın her alanında olduğu gibi, arkasında bir düşünce süzgecinin yattığı, bir nedene dayalı yaklaşımının yansımasıdır. Çünkü adı üzerinde ‘milletvekili’, asil değil ‘vekil’dir. Yani senin, senim, bizim, bu arada elbette öğretmenlerin de vekilidir. Kalıcı değil, geçicidir. Ve hiçbir vekilin, yaptığı hizmet karşılığında aldığı ücretin, aralarında kendilerini yetiştirip o mevkiye yükselten öğretmenlerin de bulunduğu ‘asil’den daha fazla olmaması gerekir.
Bugün ise durum şudur: Aktif görevde bulunan milletvekillerimiz, mevkilerinin kendilerine sağladığı, helal-i hoş olsun, hiç de azımsanmayacak  aylık gelirin yanı sıra özel araç, özel şoför, özel sekreter, lojman, sağık ve iletişim giderleri, herhangi bir komisyon ya da alt komisyonda görevli iseler ek ödeme, harcırah ve daha kimbilir hangi yan gelirlerle taçlandırılırken öğretmenlerimizin ortalama aylık geliri bin altı yüz elli lira civarındadır. Dikkat buyurunuz bu miktar her öğretmenimizin aldığı yaklaşık ücret değil, ilköğretim seviyesinden üniversite düzeyine kadar tüm öğretim elemanlarımızın aldıkları ücretlerin ortalamasıdır. Üstelik yeni kabul edilen yasa ile herhangi bir dönemde iki yıl mecliste görev yapan vekilimiz, tekrar seçilsin ya da seçilmesin ömür boyu bu öğretmen maaşının yaklaşık dört katını almaya hak kazanmıştır.
Bütün bu olumsuzluklara ve dengesizliklere karşın okuldan yeni mezun olan ve atanmalarını bekleyen yaklaşık 300.000 öğretmen adayımız vardır. İşte bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bizim dönemimizden ve diyelim Ayvalık’tan bir-iki örnek vermek gerekirse, ben ve devre arkadaşım olan hemşehrim, arkadaşım ve sevgili meslektaşım Hasan Pişken gibi adaylar Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdiğimizde sistem açık, prosedür belli idi. Elimizi torbaya sokar görev yerimizi öğrenir, gider, Anadolu’nun hangi noktası olursa olsun bu; mesleklerin en onurlularından biri olan işimizi yapmaya başlardık. Şimdi; öğretimde ciddi bir öğretmen açığı ve göreve hazır ciddi bir öğretmen fazlası varken bu çocukların bazıları, yıllardır atanma bekliyorlar. Çaresiz, gelirsiz, işlevsiz, güvensiz.
Bu çocuklar bizim çocuklarımız, hani Atatürk’ün ‘yeni nesil sizlerin eseri olacaktır’ dediği öğretmen adaylarımız. Ama daha da önemlisi; “Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!” diye öngördüğü gençlerimiz. Acaba ‘vazifeye atılamasınlar’ diye mi ‘vazifeye atanamıyorlar’, ne dersiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder