Ustaların ustası; üç kez En İyi Yönetmen Oscar’ı ve Yaşam Boyu Başarı Ödülü sahibi ünlü İtalyan yönetmeni Federico Fellini’nin ‘yarı otobiyografim’ diye nitelediği bir filmi vardır: Amarcord. Fellini bu filmde Rimini’de geçen çocukluğundan hareketle dönemine tanıklık eder ve Mussolini faşizmini inanılmaz bir mizah zenginliğiyle gözler önüne sererken küçük kasaba insanlarının küçük hayatlarını aktarır bize. Sanatın evrenselliğine tutulan bir ayna olan Amarcord’da anlatılan öykü aslında İspanya’dan İtalya’ya, Yunanistan’dan Türkiye’ye kadar Akdeniz insanının ortak öyküsüdür. Filmin yan kahramanlarından biri olan tuğla işçisi Mortar’ın; hayatını özetlediği dört satırlık naïf şiir bile bu ortaklığın göstergesi gibidir.
“Büyükbabam tuğla işçisiydi
Babam da tuğla işçisiydi
Ben hala tuğla yapıyorum
Peki neden bir evim yok benim?”
Bu anlamda Ayvalık ne kadar bir Rimini ise, Ayvalık’ta doğan, büyüyen, yetişen bizim kuşağımızdan herhangi bir çocuk da o kadar, filmde olayların çevresinde geliştiği, yaşananları onun gözünden izlediğimiz ana karakter olan, yetişme çağının bütün trajikomik sancılarını çeken Titta’dır. Filmi sindire sindire, tadına vara vara izlediğinizde yan karakterlerin herhangi birinde Ayvalık’ta yaşamış ve yaşıyor olan insanların yansımalarını görebilirsiniz. Yaşamlarımız boyunca neredeyse aynı şeylere gülmüş, aynı şeylere ağlamış, aynı heyecanları hissetmiş, aynı sınıfın insanlarıyızdır bizler. Ürün isimleri farklı da olsa rakı-balık ortak keyfimizdir. Tanrıların nektarı şarap aynı güneşin altında yetişen üzümün armağanıdır bize. Mutfaklarımızın başucunda zeytinyağı durur. Denizimiz tuzludur göz yakar. Sevdalarımız ateşlidir can yakar.
En çok da yaşlılarımız benzerler birbirlerine. Başınızı şöyle bir çevirip Ayvalık’taki bir kahvede ‘cigarasını’ tüttüren bir amcaya baktığınızda, bir İtalyan köyünde sırtını duvara vermiş oturan 80’lik benzerini ya da bir Yunan adasında çardak altında kahvesini içen yaşıtını görürsünüz. Cunda’da ağlarını tamir eden balıkçıların mütemmim cüzleri karşı yakada da aynı işleri yapıyorlardır. Bitkilerimiz aynıdır, çiçeklerimiz aynıdır, tatlarımız aynıdır. Hatta, Hollanda’da kaldığım sürece sokaklarda bir tek kedi ya da köpek görmemenin yarattığı şaşkınlıktan sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki hayvanlarımız bile aynıdır. Bakın Akdeniz ülkelerinin uluslararası tanıtımlarda kullandıkları logolara, renklerimizin de ortak olduğunu göreceksiniz. Çünkü hepimiz güneş sarısına, deniz mavisine, orman yeşiline ve tutku kırmızısına boyanmışızdır. Dillerimiz ayrı olsa da şiirin sözcükleri ya da sözcüklerin şiiri aynıdır. Bunun en güzel ifadesini Cevat Çapan’ın o doyumsuz çevirisi ile Kavafis’in şiirinde duyarız.
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.”
Kavafis'in en sevdiğim şiiri. Ne güzel durmuş bu yazıda.
YanıtlaSil