24 Şubat 2012 Cuma

GEZİLER…


Küçükken nasıl büyük gelir insana çevresindeki herkes ve her şey. Çünkü hep yukarıya doğru bakarsınız. İnsanlar sizden büyüktür, binalar dev, ağaçlar tırmanılamaz, mesafeler aşılamaz gibidir. Hele küçük bir kasabada geçtiyse çocukluğunuz, kendi güvenli, tanıdık kozanızın içinde yaşarken, gidebildiğiniz en uzak yolculuk otobüse binip okula gidip gelmeyle sınırlıysa, kasabanızın dışında uzanan hayat, örneğin diğer kentler, yine büyüklerinizden dinlediğiniz masal diyarları gibidir. ‘Dünya’yı düşlemek ise çoğu zaman büyüklerinizin de yetersiz kaldığı bir ufuktur. Büyüdükçe hiçbirinin ulaşılmaz olmadığını görürsünüz. Yaşam biçiminizin, tercihlerinizin, mesleğinizin ve olanaklarınızın yönlendirmesi doğrultusunda önce ülkeye sonra dünyaya doğru yola çıkarsınız ve herkesin ve her şeyin ne kadar ulaşılabilir olduğunu görür, bu kez çocukluğunuzdaki hayretlerinize hayret edersiniz.
Bu; çocukluktan başlaması gereken, aileyle şekillenen, okulla beslenen, toplumla tariflenen ve aslında yaşam boyu hiç bitmeyen bir eğitimdir. Ne gariptir ki bizim konuyla ilgili bakanlığımızın adının ‘Milli Eğitim Bakanlığı’ olmasına karşın, öğrencilerin hayata hazırlanmaları konusunda işin ‘eğitim’ kısmı hep pas geçilmiş, sadece öğretim sınırları içinde kalınmıştır. O da; artık, dönemsel olarak hangi anlayış iktidarda ise onun paralelindeki öğretim olma koşulu ile. Gerçi son yıllarda o üç sözcükten; Milli-Eğitim-Bakanlığı, geriye sadece Bakanlık kısmı kaldı ya neyse işin o kısmı bugünkü yazımızın konusu değil.
Birkaç kere yazdığım, yeri ve konusu geldikçe bir gönül ve vefa borcu olarak yazmaya da devam edeceğim gibi, bizler Ayvalık’ta sadece öğretim değil, ‘eğitim’ de görme şansını yakalayan bir kuşağız. Okulda öğrendiklerimizin yanı sıra hayal gücümüzü geliştiren, ufak ufak dış dünyaya açılmamızı sağlayan, görgümüzü artıran, bilgi ve birikimimizi zenginleştiren deneyimlerin başında, öğretmenlerimizin rehberliğinde Ayvalık dışına yaptığımız okul gezileri gelir.
Bir keresinde üç otobüs öğrenci, Bergama’ya gitmiştik. Bu muhteşem antik kenti, tarih öğretmenimiz Ziya beyin rehberliğinde gezmiş, Hekim Asklepios’un öyküsünü, çağının en ileri tıp merkezi olan yörede binlerce yıl önce müzik ve su sesi ile sinir hastalıklarının tedavi edildiğini öğrenmiş, o görkemli amfitiyatronun akustiğine hayran olmuştuk. Yıllar sonra ailemle Bergama’yı gezerken kendimi; çocuklarıma, öğretmenimin 40 yıl öncesinden aklımda yer etmiş bilgilerini aktarırken yakalamış ve sessiz bir dua okumuştum arkasından.
Bir de kardeş okulumuz Bandırma Lisesi’ne düzenlediğimiz gezi vardır. Ayvalık’ta çalışırken Bandırma’ya tayini çıkan matematik öğretmeni Ali Keskin beyin rehberliğinde bu güzelim kasabayı dolaşmış, yine onun gayretleriyle kalabalık grubumuza lise yemekhanesinde verilen öğle yemeğini Bandırmalı öğrenci kardeşlerimizle birlikte yemiş, hala sakladığım fotoğraflar çekmiş, yeni arkadaşlıklar kurarak dönmüştük Ayvalık’a.
Ama hiç kuşkusuz en unutulmaz deneyimlerimizden biri okulumuzun Tiyatro Kolu’nun sahneye koyduğu; hatırlayabildiğim oyuncularının arasında Erden Çelik, Aykut Akmenek, rahmetli Hüseyin Sözer, Ali Mas ve bendenizin yer aldığı, hatırlayamadıklarımdan beni bağışlamalarını dilediğim, Ahmet Kutsi Tecer’in ‘Köşebaşı’ oyununu hem Ayvalık’ta hem de çevre köylerde sergileyişimizdir. Bunların hepsi, ufkumuzu genişleten, sosyal bağlarımızı güçlendiren, bizi dünyaya ve hayata hazırlayan küçük provalardı. Bu, kelimenin tam anlamıyla ‘eğitim’di. Bir başkaydı o insanlar, bir başkaydı o dönem. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder