28 Ocak 2012 Cumartesi

HOKUS POKUS…


Birkaç hafta önce bu köşede; Türkiye’de Çocuk Olmak konulu bir ankete çocuklarımızın verdiği yanıtlardan hareketle, yaşadığımız dünya, ülke ve çağın, çocuklarımızın dününü ellerinden aldığı gibi, bugünlerini yaşamalarına da izin vermediğini anlatmaya çalışmıştım. Dönemler gelir geçer, devirler değişir, nesiller gider gelir ama yaradılışın bu muhteşem döngüsü içinde çocuk ve çocukluk her zaman vardır. Günümüzdeki çocukların; kendi çocukluklarına dair insanın içini acıtan duyguları ve ifadelerinin aksine, bugün 60’lı yaşlarını sürdüren bizim kuşağımız da bir zamanlar bu döngü içindeki yerimizi almış, büyümeye doğru olan o kaçınılmaz yolculuğumuza çıkmadan önce Ayvalık’ta, zaman zaman sizlerle paylaştığım mutlu, korunmalı, neşeli, aydınlık bir çocukluk geçirmiştik. Geçen hafta sizlere hatırlatmaya ve yaşatmaya çalıştığım ‘panayır’ günleri bunlardan sadece biri idi.
Bir diğer unutulmaz çocukluk anım da küçük dünyamıza sihiri getiren
Zati Sungur gösterisi idi. Sonraki yıllarda Sihirbaz Mandrake, Abra Kadabra ve Zati Sungur’un öğrencisi ve o ekolü yıllarca başarıyla sürdüren Sermet Erkin gibi ustaların gösterilerini izleyecek olsak da, o yıllarda illüzyon sanatının gerçek bir üstadı ile karşı karşıya olduğumuzu, o zamanki adıyla Çekoslovakya’nın Karlovy Vary kentinde düzenlenen uluslararası bir illüzyon yarışmasında birinci olduğunu ve 1981 yılında yine aynı kentte düzenlenen Uluslararası İllüzyonistler Kongresi'nde kendisine "Sihirbazlar Kralı" unvanı verildiğini henüz bilmiyorduk. Dünyanın hemen her köşesinde gösteriler sunmuş olan kral, şimdi küçük kasabamızda, Şehir Sineması’nın yazlığında, sahnede duruyor, bizi hayretten hayrete düşüren birçok gösterinin yanı sıra, patenti kendisine ait olan ‘İnce Yöntemle Bir Kadını İkiye Kesme’ illüzyonunu sergiliyordu. Gösterisinin bir bölümünde; her gün gördüğümüz, tanıdığımız, hemşehrimiz olan bazı Ayvalıklılar’ın akıllarından geçeni okuyor, kaybettikleri bazı değerli eşyaları (örneğin, çok iyi hatırladığım ve sonra Ayvalık’ta günlerce konuşulan; çalınan bir kayığın gizlendiği yer gibi) nerede bulabileceklerini söylüyordu.
Gösteriyi birlikte izlediğimiz arkadaşlarımızın bazıları, gençliğin verdiği fütursuzlukla ‘ne kadar akıllı, kül yutmaz’ olduklarını çevrelerine göstermek için Zati Sungur’un el çabukluğu ve illüzyon numaralarındaki sözüm ona açıkları keşfetmeye çalışıyor, bununla da kalmayıp yüksek sesle dile getiriyorlardı. Hatta içlerinden biri, kayıp eşyaları bulma gösterisinde bu; ‘bana yutturamazsın’ iddiasını bir adım ileri götürüp herkesin duyabileceği bir şekilde Zati Sungur’a, “Sen önceden anlaşmışsın bu insanlarla” diye bağırma gafletinde bulundu. Bir sessizlik oldu ve Üstat, derin, yumuşak, asla kızgın olmayan, öyle olmadığı için daha da etkili ve tehlikeli bir sesle; “Oğlum bak, seninle anlaşmadık değil mi? Şimdi seni sahneye getireceğim, uyutacağım ve çırılçıplak soyunmanı isteyeceğim, hazır ol!” dedi. Bu satırları okuyorsa kendisini bilir, hemen yanımda oturan arkadaşım, gösterinin sonuna kadar bir daha sesini çıkaramadığı gibi arada bir bana “Hüseyin, bak iradem dışında kalkar gidersem kolumdan tut, oturt beni!” diye tekrarladı durdu.
Bu ve benzeri yüzlerce küçük ayrıntı ile beslenen, zenginleşen çocukluğumuzun ne kadar değerli olduğunu ancak şimdikilerle karşılaştırdığımda anlayabiliyorum. Keşke Üstat yaşıyor olsaydı da bilgisayar oyunlarına saplanmış, dünyaları karşılarındaki ekranla sınırlı çocuklarımızın üzerine o sihirli ellerinden bir avuç peri tozu serpebilseydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder