Acımasız bir dünyada, acımasız bir çağda yaşıyoruz. Hangi ülkeden hangi ulustan olursa olsun; insanların temel önceliğini belirleyen kavramlar kudret, ikbal, iktidar, para. Bir bölük azınlık bunların peşinden koşuyor, çoğunluk da bunların peşinden koşanların peşinden koşuyor. ‘Bugünü belirleyen dündür’den ‘Bugünü belirleyen yarındır’a evrildik. Geçmişte sahip olduğumuz insani değerlerimizi yitirir olduk. Artık her şey yarın için yapılıyor. ‘Yarın daha fazla kudret, ikbal, iktidar, para elde edebilmek için bugün ne yapmalı’nın peşindeyiz. Bu uğurda günü kurtarma anlayışına o kadar kapılmışız ki o kurtarmaya çalıştığımız günü kaçırıyor olduğumuzun farkında bile değiliz. Farkındalık artık bir kusura, bir yüke dönüştü. Farkındalığı açıklamak ise neredeyse -neredeyse değil, açıkça- bir suç sayılıyor.
Ülkemizin; grup maçlarını ve elemeleri kendi becerisi ve emeğiyle aşarak değil, misafir olarak davet edildiği ve yer almak zorunda bırakıldığı global boyutta bir oyun oynanıyor. Daha bir maç bitmeden diğeri başlıyor. Kimi zaman uluslararası bir yasa tasarısının oylaması oluyor bu, kimi zaman sanki isteyen varmış gibi birileri birilerine demokrasi kupasını götürme oyununa girişiyor. Bazen dayanışma içinde aynı takımda yer alan oyuncular bir anda karşı takıma geçip kendi kalelerine gol atıveriyorlar. Transferlerdeki lisans bedeli bazen petrol olarak ödeniyor, bazen ulusal ilkelerden ödün verme olarak. Taktikler dünyanın önde gelen teknik direktörleri tarafından kıtalararası telefonlarda veriliyor. Ve aslında herkes biliyor ki maçlar daha sahaya çıkmadan, kapalı kapılar arkasındaki yuvarlak masa toplantılarında kazanılıyor ya da kaybediliyor. Hakem, rakip, saha, takımlar, forma renkleri değişse de kazanan anlayış ve ödül hep aynı: Kudret, ikbal, iktidar, para.
Acımasız bir dünyada, acımasız bir çağda yaşıyoruz. Ve her zaman, her koşulda, her coğrafyada olduğu gibi, olan yine çocuklarımıza oluyor. Onların dününü, yani çocukluklarını ellerinden alıyoruz. Yarın kaygısıyla bugünü yaşamalarına zaten izin vermiyoruz. ‘Türkiye’de Çocuk Olmak’ konulu bir ankete bizzat çocukların verdiği yanıtlar bile bizi kendimize getirmeye yetmiyor. Çocuklarımızın ağzından Türkiye’de çocuk olmak; “Yoksulluktur”, “Pişmanlıktır, ben büyümek istiyorum”, “Test çözmek, sokakta oynayamamaktır”, “Doğu’da kız çocuğu isen küçük yaşta evlendirilmektir”, “Babanın her zaman işinin olmasıdır”…
Hani her yeni yıl öncesinde siyasetçisinden sanatçısına, sporcusuna kadar mikrofonu uzatıp “Yeni yıldan ne bekliyorsunuz?” diye bir soru sorulur ya. Ünlülerimizin çoğu da yüzlerinde plastik gülümsemelerle; “Dünya barışı”, “İnsanlığın mutluluğu” gibi; söyledikleri anda unuttukları, zaten boyutunu ve ne anlama geldiğini pek düşündüklerini de zannetmediğim cevaplar verirler. Bu yılbaşı öncesi de magazinciliğiyle maruf bir kanalımızın muhabiri, Van yıkımı sonrası, sokaktaki küçük bir kız çocuğuna ‘bak sayemde televizyona çıkıyorsun” lütfu içinde ‘2012’den ne bekliyorsun bakayım?’ diye sordu. Muhabirde nasıl bir iz bıraktı, ya da bıraktı mı bilmiyorum ama 2012’den beklentisi üzerine içimi titreten, gözlerimi yaşartan bir saflıkla geldi cevap küçük kızdan: “Çok çok hediye!”.
Ah, evet; çok acımasız bir dünyada, çok acımasız bir çağda yaşıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder