İlkokul 1. ve 2. sınıfları Sakarya İlkokulu’nda okudum. Öğretmenim, her zaman saygı ve sevgi ile andığım rahmetli Melek Zengi hanımefendi idi. Şimdi; 60’lı yaşlarımın dinginliğini, yavaşlığını ve yılların vücut üzerinde bıraktığı tahribatı yaşarken geriye doğru bakınca, bana bile inanması zor geliyor ama yerinde duramayan, yaptığı hareketin olası sonuçlarını düşünmeyen, ‘yaramaz’ sıfatını bile biraz aşan, ateş topu gibi bir çocuktum. Bu haşarılığın sınırları; gölgesi, Sakarya İlkokulu’nun bahçesini kadife bir pelerin gibi örten ulu ağaçlara tırmanmaktan tutun da Ayvalık statının (ya da biz Ayvalıklılar’ın deyişiyle ‘saha’nın) yüksek duvarlarının üzerinde koşturma oynamaya kadar genişleyince, İstiklal İlkokulu’nda öğretmen olan sevgili babam gözünün önünde tutabilmek için beni kendi okuluna ve yine her zaman rahmet ve minnetle andığım Sadi Utku beyefendinin sınıfına aldırdı. Eylül 1960.
Okuldaki sıralar, sonraki yıllarda bütün devlet okullarında uygulanan ikili oturma düzeni şeklinde değil, beş öğrencinin bir küme oluşturduğu masalar şeklinde idi. O yaşta okul değiştirmenin ürkekliği ile sınıfa girdiğim ilk gün Sadi beyin beni oturttuğu masadaki küme arkadaşlarımı aradan geçen yarım yüzyıl içinde hiç unutmadığım gibi daha ilk günden, bazılarıyla hala sürdürdüğümüz dostlukların temeli atıldı. Son yıllarda Halk Bankası’nın yanında Milli Piyango bileti satan (eskiden çok yetenekli bir badana ustası idi) ve her gelişimde oturup çay içtiğimiz, sohbet ettiğimiz, saçları benimkinden bile ak, İbrahim. Beraberliğimizin orta okul, lise, üniversite ve sonrasında da sürdüğü, kardeşim bildiğim, kadim dostum Kaya Timuçin. Yine benim gibi yerinde duramayan, ikimizin de Sadi beyin ‘beş parmaklı’ ilgisine birçok kez mazhar olduğumuz, ilkokuldan sonraki yıllarda yolumuzun ne yazık ki ayrıldığı Erdal ve kümemizin çiçeği Bedriye Erener.
İşte Ayvalık’a son gelişimde yine dostluğumuzun hiç eksilmediği Suat’ın (Dereli) taksisiyle sorup soruşturup Ayvalık Sanayi Sitesi’nde bir atölyesi olduğunu öğrendiğim Erdal’ı bulmaya gittim. Ekim 2011. 50 yıl geçmiş görüşmeyeli. Yıllar, hepimizden olduğu gibi, ondan da çok şey götürmüş tabii ki. Hastalıklar geçirmiş, inişler çıkışlar yaşamış ama bir şey hiç değişmemiş. Gözler. Hala aynı yaramaz, neşeli, içleri gülen gözler. Sanki ayrı yerlerde ayrı hayatlar yaşanmamış gibi, sanki daha dün ayrılmış iki ilkokul akadaşı gibi kucaklaştık. Aslan gibi bir delikanlı olan ve babasına çok benzeyen oğlu hemen kahveler koşturdu. Ve uzun süredir görüşmeyen dostların hep yaptığı gibi, ‘o günlerden’,
‘o insanlardan’ uzun uzun söz ettik. Arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi, okulumuzu, büyüklerimizi ve eski Ayvalık’ı andık.
Eski Ayvalık! Birçok yazımda dile getirdiğim üzere; değişen çağla birlikte Türkiye’nin her köşesinde olduğu gibi, Ayvalık’ta da ileriye doğru büyük değişimler yaşandı. Gelişti, genişledi, yeni semtler kuruldu, yeni insanlar geldi, bir kültür ve sanat merkezine dönüştü ya da dönüşüyor. Kısacası Ayvalık; ‘büyüyor’. Ama yine de kentler, yaşam biçimleri, anlayışlar, ilişkiler zaman içinde ne kadar değişirse değişsin, bazı değerleri hala koruyabildiğimizi görmenin huzuru ile ayrıldım ‘Yeni Ayvalık’tan’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder