12 Kasım 2011 Cumartesi

ARTIK YOKLAR…


Bizim mahalledeki (41 Evler) hemen her evin bahçesinde bir kuyu vardır. Yeni yapılan siteleri, apartman bloklarını, mahalleleri bilmiyorum ama eminim, Ayvalık’ın her yerindeki müstakil evlerin bahçelerinde de bir kuyu bulunur. Belki çok eski dönemlerdeki ‘kapalı ekonomi’nin, insanların kendi kendilerine yetecek şekilde yaşama anlayışının bir sonucudur bu. Çünkü, ben çocukken bizim mahallede henüz şehir suyu yoktu. Evin, bahçenin bütün ihtiyacını, bütün komşularımız gibi biz de kuyudan çektiğimiz su ile giderirdik. Yaz aylarında bir işlevi daha olurdu o kuyunun. Doğal buzdolabımızdı. Etten sebze meyveye kadar filelerle kuyuya sarkıtırdık gıdalarımızı ve ihtiyaç olduğunda çıkarır kullanırdık.
Bu ihtiyaç, beraberinde bir meslek çeşidini de doğurmuştu tabii. ‘Kuyu açıcıları’ vardı. Örneğin ben, bizim kuyunun kazılışını çocukluğumun en heyecan verici anılarından biri olarak hatırlıyorum. Biri usta olmak üzere 5 kişilik bir ekip arka bahçemizde iç genişliği 2,5-3 metre kadar olan bir kuyu kazmışlardı. Kazdıkça içini taş ve tuğla ile örüyor, suya doğru iniyorlardı. 16 metrede suya ulaştılar.
Ve suyun birikeceği hazne için, çamurların arasında bir 3-4 metre daha kazdılar. Sonra birkaç gün suyun sızması ve durulması beklendi. Bir yaz sonu günüydü, sevgili babamın, ilk kovayı aşağıya sallayıp serin, pırıl pırıl bir su çıkardığındaki mutuluğunu bugün gibi hatırlıyorum. Artık kuyu açıcıları yok ama bize bıraktıkları su, elli yıldır o derinlikte duruyor.
‘Talep’in ‘arz’ı yarattığı işlerden biri de ‘pamuk atıcılar’ idi. O zamanlar şimdiki gibi bazalı, yaylı, fabrikasyon yataklar ve kaz tüyü ve benzeri yorganlar yoktu. Yatak şiltelerimiz yünden yorganlarımız ya yün ya pamuktan olurdu. Her yaz başı, mahallede; ellerindeki bir sırığa gerilmiş fantastik bir savaş aletine benzeyen telden yaylarıyla ‘pamuk atıcılar’ belirirdi. Onların gelme dönemi aşağı yukarı belli olduğu için evlerdeki şilteler, yorganlar birkaç gün öncesinden sökülür, içlerindeki yün ve pamuklar balkonlara, güneşin altında havalanmaya serilirdi. Pamuk atıcı, gelir, sadece kendisinin bildiği bir disiplinle yünleri, pamukları; her vuruşta biz mahalle çocuklarının neşeyle taklit etmeye çalıştığımız kendine özgü bir tınlama sesi çıkaran aletleriyle havalandırırlar, kabartırlar, yani ‘atarlardı’. Sonra şilteler ve yorganlar yeniden doldurulur, dikilir ve kışa hazır halde kaldırılırlardı. Artık ne pamuk kaldı, ne de atıcı.
Baltacılar çocukluğumun bir diğer mevsimlik işçileriydi. Büyüklerimiz kışlık odun ihtiyacını yazdan temin ettikleri için onlar da mevsimi geldiğinde ortaya çıkarlar, bahçelere yığılmış odunları sobalık keser, gündeliklerini alır, ikram edilen yemeği yer giderlerdi. Adının yüzlerce yıllık bir geleneğe dayanan ‘imece’ olduğunu bilmediğimiz bir dayanışma ile mahallenin çocukları, kimin odunu kesildiyse hep birlikte onları o evin odunluğuna taşır, istif eder, emeğimizin karşılığını, o evin annesinin hazırladığı, (damağımda hak edilmiş tadını hala anımsadığım) yağ sürülüp üzerine toz şeker serpilmiş ekmekle alırdık. Şimdi o oduncular da yok.
Hepsi bir yana; koskoca mahallemizden geriye, o babalardan ve o annelerden sadece birkaçı kaldı. Ama kuyular kadar derin, pamuklar kadar yumuşak, soba alevleri kadar sıcak anıları hep bizimle olacak.

1 yorum:

  1. Çocukluğumda, 4-5 yaşlarımdayken o yılları var-yok arasında bir yerlerde hatırlarken birkaç sene üst üste Sarımsaklı Plajı'na tatile gitmiştik ailecek. Küçük bir pansiyon vardı... Plaja gelince hemen solda. İşletmecisinin adı Yusuf'tu.. Sağ tarafında Karayolları'nın tesisleri vardı, net hatırlıyorum.. O yıllarda uçsuz bucaksız bir kumsal gibi görünürdü gözüme, bakir mi bakir.. Aradan yıllar geçti.. En son '86 yılında uğramıştım aynı yerlere... Tanıyamadım o sahili, geride sadece hatıraları kaldı.
    Kasese,
    Nazmi

    YanıtlaSil