Hayatım boyunca emek verdiğim iki mesleğin (öğretmenlik ve reklamcılık) bana kazandırdığı değerlerden biri de yurdumu gezip görme olanağı oldu. 40 yıla yaklaşan bu süreç içinde sadece insanımızı, folklorumuzu ve coğrafyamızı tanımak ve incelemekle kalmadım. Anadolu’nun zenginliklerinin başında gelen; sebzesi, meyvesi, mutfağı ile yöresel tatları da kendi mekanlarında damak belleğime ekledim.
Yeşilırmak kıyısında bir yer sofrasında daha on beş dakika önce yakalanmış sazan… Sapanca gölü kenarında alabalık ızgara… Samsun’da fırından yeni çıkmış pide… Merzifon’da iki gün kuyuda kaldıktan sonra çıkarılan ve çatala bile gerek kalmadan ağızda dağılan tandır… Maraş’ta (gerçek) dondurma… Adıyaman’da oğlak yahni… Çorum’un leblebiciler çarşısında üfleye üfleye yenilen sarı leblebi… Amasya’da dalından kopardığım elma… Aydın-Ortaklar’da, ağaçtan elime düşen, dibinden balı süzülen incir… Alanya’da (çikita falan gibi garip isimleri olmayan) bu toprağın muzu… Gaziantep’te kebabın yüz çeşidi… Çorlu’da Tekirdağ köftesi… Bursa’da kökü çınar kadar eski İskender kebap… Nazilli-Bozdoğan’da kaymaklı-tahinli pide… Madran’da kaynağından buz gibi su… İnegöl’de adını kentten alan o muhteşem köfte… Afyon’da bal-kaymak… Adapazarı’nda ıslama köfte… Sarıyer’de börek… Kanlıca’da yoğurt… Susurluk’ta köpüklü ayran… Fethiye’de balık çorbası… Nevşehir’de bütün ovaya hakim bir tepenin üzerindeki Töre lokantasında saç kebabı… Akçakoca’da deniz üzerindeki bir sundurmada levrek… Çanakkale limanda domates kebabı… Bingöl’de süzme bal… Abant’da ayıp olmasa akşama kadar devam edeceğiniz zenginlikte kahvaltı… Kayseri’de mantı, pancar suyu… Side’de bergamutlu çay… Adana’da ismiyle müsemma kebap… Göreme’de kıymalı gözleme… Antalya’da kokusu bile sizi doyuran portakal… Foça’da, başka hiçbir yerde tatmadığım lezzette kalamar… Tokat’ta kenti çevreleyen dağlar gibi sert üzüm… Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde çiftlik kebabı… İzmir’de kumru… elbette Ayvalık’ta, bizim Ayvalığımız’da zeytinyağı, papalina, Girit leblebisi… ve daha niceleri…niceleri.
Bu sütuna sığmayacak onlarca yurt köşesinde tadılmış yüzlerce yerel lezzet. Şimdi geriye bakıyorum da, iyi ki gençken buraları gezmişim, görmüşüm, tanımışım, tatmışım diyorum. Çünkü hepsi kendi yöreleriyle özdeşleşmiş bu tatların da artık yavaş yavaş günümüzün fabrikasyon anlayışına yenilmeye, eski kimliklerini kaybedip ‘turistik’ olmaya, hep daha fazla, hep daha fazla kazanabilme uğruna otantikliklerini yitirmeye, kısacası hayatın her alanında olduğu gibi yeni çağa yenilmeye başladığını görüyorum, üzülüyorum.
Bir Ayvalıklı olarak en çok üzüldüğüm noktalardan biri de artık Ayvalık’ta ‘Ayvalık Tostu’ yiyememek. Sevgili hemşehrilerim, sevgili dostlarım, kardeşlerim. Benim kuşağımın insanları çok iyi bilirler ki bir zamanlar Ayvalık Tostu sadece o özgün ekmeğin içine konulan kelle peyniri ile yapılırdı. Sorulur, eğer tercih edilirse içine ince domates dilimleri de konulurdu ama o da eğer istenirse, o kadar. Tadı ve farklılığı oradaydı. Yoksa bugünki gibi (Ayvalık tostu diye İstanbul’da da her köşede satılan örneklerinde olduğu gibi) bin malzemeli, karmakarışık, damakta hangi lezzeti bıraktığı anlaşılamayan şeyler değil. İnanmayanlar, (umarım hala yaşıyordur) bir zamanlar Taş Kahve’nin yanındaki tezgahında gerçek Ayvalık Tostu yapan -ne yazık ki adını hatırlamadığım- amcaya sorsunlar.
Ağzınızın tadının her zaman yerinde olması dileğiyle.
offf ya Hüseyin ağzım sulandı haaa...
YanıtlaSil