Değişen çağın ihtiyaçları, hayatın her alanında olduğu gibi eğitimde ve öğrencilerin geleceğe dair düşlerinde de yepyeni seçenekler getirdi. Şimdilerde, bizlerin varlığından bile haberimizin olmadığı yeni meslekler, yeni iş alanları ve öğrencileri ilerideki işlerine ve hayatlarına hazırlayacak ilgili üniversiteler var. Tabii bunların hepsi, ne derecede sağlıklı ve eşitlikçi bir eğitim ortamının olduğu, öğrencilerin; kendi liselerinde aldıkları eğitimin yanı sıra kurs, dershane, özel ders gibi maddi güçle belirlenen koşulları ne kadar karşılayabildikleri ile paralel.
Bizim kuşak liseyi bitirirken ileriye doğru bütün yaşamımızı etkileyecek bu seçimler kendi yetenek ve özlemlerimizden ziyade; büyüklerimizin yönlendirmeleri, ailelerimizin maddi durumları ve o dönemlerin (yani yaklaşık bir kırk-kırk beş yıl öncesinin) geçerlli mesleklerine göre tayin edildi. Deyim yerindeyse; (üniversite sınavında başarılı olma koşuluyla) ‘şu okula gideceksiniz, şu mesleği seçeceksiniz’ denildi bizlere. Karşı çıkma, kendi tercihlerimizi yapma gibi bir seçenek söz konusu bile değildi. Hukuk, tıp, mühendislik, mimarlık, eczacılık, iktisat okumakla yükümlüydük adeta. Hani hiç bir şey olamasak ya; kazandıkları paranın azlığına rağmen (o zamanlar) hala belirli bir toplumsal saygınlığı olan öğretmen olacaktık ya da en sağlam, en güvenceli mesleklerden biri kabul edilen askerliği seçecektik. Nitekim bu kardeşiniz de başarısız bir mühendislik öğrenimi denemesinden sonra öğretmen oldu.
Değişen zamanlar, büyüklerimizin o günler için tartışılmaz doğrular olarak kabul gören öngörülerinin birçoğunun yanlışlığını ortaya koymuş olsa da (bunun için işsiz mühendis, kendi işinden başka hemen her işte çalışan mimar, gelen her yönetimle hayatları biraz daha alt üst olan tıp insanları, diplomasını kiralamak zorunda kalan eczacı, ataması yapılamayan öğretmen sayısına bakmak yeterlidir sanırım, askerlerin durumunu ise isterseniz hiç konuşmayalım) hepimiz bize gösterilen yolda yürüdük. İçimizden, belki de isteğimizin ve yeteneğimizin olmuş olabileceği ama bunun hiç bir zaman araştırılmadığı ve teşvik edilmediği, örneğin; bir ressam, bir gazeteci, bir oyuncu, bir kariyerli sporcu, bir senaryo yazarı, bir balet, bir aşçı çıkmadı.
Yanlış anlaşılmasın lütfen; bunlar bir pişmanlık ya da suçlama sözleri değil sadece bir durum saptaması. Hepimiz orta sınıf ailelerin çocuklarıydık. Hepimizin ana-babaları; bir taraftan eve ekmek getirmek, diğer taraftan ortalama 2-3 çocuğu hayata hazırlamak yüküyle boğuşuyorlardı ve hepimizin bir an önce ‘para kazanabilecek, ayaklarımızın üzerinde duracak’ bir işe, bir mesleğe yönlendirilmemiz gerekiyordu. Hepsinden önemlisi bizleri; ‘vatana, milete yararlı, iyi insanlar olarak yetiştirme’ sorumluluğuydu. Bizim kuşaktan, dostluklarımızı ve sıcak ilişkilerimizi hala devam ettirdiğimiz arkadaşlarıma bakıyorum da ‘amaç hasıl olmuş’. Hepimiz okumuşuz, Bir şeyler olmuşuz.
Zaten galiba cevap; tüm yaşamı boyunca ‘okumuş ve okutmuş’ olan sevgili babamın dediği gibi ‘Hangi işi yaparsan yap, iyi yap!’ anlayışında yatıyor. Bizim küçük kasabamızda da eskiden; çok farklı işler yapan ama hepsi işini iyi yapan, artık birçoğunun kendileri de meslekleri de aramızdan ayrılmış olduğu ustalarımız vardı. Gelecek yazıda onların bazılarını anmak ve anlatmak üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder