Her Anadolu kasabasında olduğu gibi Ayvalık’ta da, kasabamızın tarihinde, -belki geride kendilerine dair bir iz bıraktıklarını bile bilmeden- bazıları hala yaşayan, bazıları konmuş göçmüş hemşehrilerimiz vardır. Sizlere daha önceki yazılarımda, en azından benim yaşadığım süre içinde var olmuş olanlardan birçoğunu anlatmaya, bilmeyenlere tanıtmaya, unutanlara hatırlatmaya çalıştım. Ne yazık ki unuttuğumuz değerlerimizden, ‘ahde vefa’ anlayışımın gereği, vaktim ve aklım elverdikçe de, hepsi kendi çaplarında ‘nev’i sahşına münhasır’, yeni deyişle kendine özgü bu büyüklerimizle birlikte Ayvalık sokaklarında ve mahallelerinde onlarla ve sizlerle kol kola dolaşmaya devam edeceğim.
Dondurmacı Ahmet: Okulların kapalı olduğu, tembel çocukluğumuzun tadını çıkardığımız uzun yaz günlerinde bizi serinleten iki şey vardı. Birincisi; sevgili dostum, kardeşim Salih’in (Ezer) çok sevdiğim ve kullanmak için iznini aldığım benzetmesiyle ‘Ayvalık’ın Kliması’ olan poyraz. İkincisi, her gün öğleden sonra saat 14:00-15:00 sularında çıngırağını çalarak 41 Evler Mahallesi’ndeki üst yolda, kocaman çam ağacının gölgesinde park ettiği üç tekerlekli dondurma arabasının önünde, elimizdeki yirmi beş kuruşlarla sıraya girdiğimiz Ahmet amca. Kar gibi beyaz tülbentlerle örtülmüş üç silindir tenekede her zaman aynı üç çeşit dondurma olurdu.Vişne-Kaymak-Limon. Günümüzde artık koskoca bir endüstri halini almış, onlarca marka ve yüzlerce çeşit fabrikasyon dondurmaya elimin bir türlü gitmemesinin altında; meyve esansı değil gerçek meyve ve sütle yapılmış o vişneli ve kaymaklı dondurmanın (limonlu yemezdim) damağımdaki tadının anısı yatıyordur sanırım. Aynı Ahmet amca kışları da (hala yaşıyor mu bilmiyorum) kendisi gibi ufak tefek bir adam olan kardeşiyle birlikte, o zamanlar Ayvalık’ın en gözde beyaz eşya mağazası olan, halin girişinde, hemen soldaki Nejat ağabeyin dükkanının yanındaki merdiven aralığında, yine başka hiçbir yerde benzerini görmediğim Girit leblebisi satardı.
Kunduracı Hüsnü Dereli: Her Ayvalık’a gelişimde ne yapıp yapıp görüştüğüm sevgili arkadaşım Suat’ın babası. Çarşıdan, şimdi Sakarya İlkokulu’na dönüşmüş olan o zamanların (bizim de oradan mezun olduğumuz) Orta Okulu’na arka yoldan giderken Macaron’a gelmeden sol taraftaki küçük dükkanında (üst katı da eviydi) icra-i sanat eyleyen, Bahri Baba ile birlikte Ayvalık’ın unutulmaz kunduracılarından biri. Yanına temenna ile yaklaştığımız, kahkahasıyla azarlaması birbirine karışan hayat dolu bir adamdı Hüsnü amca. Cılavuz Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik ve Ziraat Şefliği yaptığı sırada ayağını biçer-döver makinesine kaptırdığı için ömür boyu sakat kalan sevgili babam, elli-altmış yıl önce, tamamen Hüsnü amca’nın kendi ustalığı ile yaptığı ortopedik çizmeler sayesinde ayakta kalabildi.
Fırıncı İhsan: Ayvalık Tost Ekmeği’nin bu kadar ünlü olduğunu görebilseydi eminim çok mutlu olurdu. Bizim kuşaktan dostlarla birbirimize hala ‘Yahu İhsan amcanın fırınından hemen sonra sağda/solda’ diye yön tariff ettiğimiz, Ramazan ayında, onca fırın varken onunkinin önünde uzun pide kuyruklarında beklediğimiz ustamız. Ve ilerideki yazılarımda söz edeceğim daha niceleri. Onların hepsi; mesleklerini yaşam boyu ve hatta aramızdan ayrıldıktan sonra bile onurlu bir sıfat olarak isimlerinin başında taşıyan insanlardı. Çünkü işleri onların hayatlarıydı. Yaşayanlara sağlık, kaybettiklerimize rahmet dileklerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder