18 Eylül 2011 Pazar

PRAG…


Geçen yılki bir yazımda Arvavutluğun başkenti Tiran’dan söz etmiştim. Prag’da da bizi, Tiran’da ya da Budapeşte’de olduğu gibi ‘devasa’ meydanlardan biri karşıladı. ‘Old Time Square’ ya da Eski Şehir Meydanı. Bütün büyük Avrupa kentlerinde olduğu gibi burada da ‘eski’ korunmuş, ‘yeni’ onun çevresine sarılmış. Yüzyıllar boyu çeşitli mimari akımların birbirini izlemesi sonucu şehrin sürekli atan kalbi olan bu Meydan’ın çevresi birbirinden güzel, birbirinden estetik binalarla, kafe, restoran, kilise ve özgün sanat merkezleri ile donanmış. Bir Çek bilim insanı olan ‘Kadran’ın icat ettiği astoromi takvimi ve görkemli saatin yer aldığı muazzam saat kulesi başlı başına bir sanat eseri. Her saat başında şövalye giysili bir görevli saat kulesinin en üst balkonuna çıkıp trompetle saat başını şehre duyuruyor. Aynı meydanda yer alan Evlendirme Dairesi’nde evlenen çiftler mutlaka meydanda, halkın arasında, insanların alkışları ve iyi dileklerini alarak bir kutlama yürüyüşü yapıyor.
Yüzünüzü döndüğünüz her yönde; muhteşem saraylar, müzeler, köprüler, meydanlar, yedi-sekiz yüz yıllık görkemli bir geçmişin tanığı olan yapılar karşılıyor sizi. Avrupa’nın en pahalı markalarının yer aldığı, ismiyle müsemma ‘Pariska’ caddesi ve adeta eteklerini savurmuş genç bir kadın formunda inşa edilmiş bir mimari şaheser olan ‘Danseden Bina’ daha az şaşırtmıyor insanı. Ama herhalde şaşkınlığınızın doruğuna 1,3 milyon nüfuslu bir kentteki 200.000 (evet iki yüz bin) kişilik stadyumu görünce çıkıyorsunuz. El sanatlarıyla dolu, sunumun da sunulanın da çok özgün olduğu halk pazarlarında günün nasıl geçtiğini fark edemiyorsunuz. Orta Avrupa’nın; 1348 yılında inşa edilmiş en eski üniversitesinin hala faal olduğunu öğreniyor ve ister istemez ‘o yıllarda acaba biz ne yapıyorduk’ diye düşünüyorsunuz. Zengin bir müzik geçmişine sahip ülkede. şehri baştan başa süsleyen onlarca kilisenin hepsinde, her gün klasik müzik konserleri düzenleniyor. Efsanevi Beatles topluluğunun kurucusu John Lennon 1980 yılında öldürüldüğünde Çek gençlerin, o zamanki rejim polisinin önüne geçmek için yaptığı bütün baskıya direnerek oluşturduğu John Lennon Duvarı’nda, 30 yıldır dünyanın her köşesinden gelen barışseverlerin anı, not, isim ve imzalarının arasına kendi isminizi de eklemenin keyfini yaşıyorsunuz.
14. yüzyılda inşa edilmiş  Charles Köprüsü’nü, orada kaldığınız sürece her gün bir kez daha, bir kez daha ziyaret ediyorsunuz. Çünkü sadece; Çek besteci Bedrich Smetana’nın ‘Ma Vlast/Vatanım’ adlı senfonik eserinde müzikle resmettiği çılgın ve muhteşem Vltava nehrinin üzerinde yer alan, baştan başa müzisyenler, opera şarkıcıları, laternacılar, heykeller, jonglörler ve Çek kültürünün aynası olan onlarca sanatçı ile donanmış bu köprüyü görmek için bile Prag’a gitmeye değer. Yorgun bacaklarınızı dinlendirmek için oturduğunuz bir kafede; bizim bir spor kulübümüze ismini bile çok gördüğümüz, orada ise ülkenin temel ekonomik gücü olan, adını üretildiği şehirden alan bir bardak bira ile soluklanıp çevrenize bakıyorsunuz. Bir ara sokaktan Franz Kafka’nın heykeli sizi selamlıyor. Zaten kentin hemen her köşesi, sokağı, meydanı, eski-yeni, klasik-çağdaş heykellerle dolu. Ve kente her yıl gelen 10 milyonun üzerinde turist -ne hikmetse- bu ‘ucubeler’le fotoğraf çektiriyor.

Sevgili dostlar; keyifle okuduğunuzu ancak ‘umut edebileceğim’ gezi notları burada son buluyor. İleride belki sizlerle Ayvalık’ın yanı sıra başka coğrafyaları da paylaşırız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder