Biliyorsunuz, bizimki de dahil birçok ülkede devlet büyüklerine çok özel bir koruma uygulanır. Devlet bütçelerinden inanılmaz paralar harcanarak uçaklar, yatlar, helikopterler, herbiri yüzbinlerce dolar değerinde zırhlı araçlar alınır (hatta bunların biri de -nedense- ‘emekli’ bir büyüğümüze tahsis edilir), sayıları yüzleri bulan eğitimli korumalar gece gündüz halkın, yani bizim aramızdan seçilerek o makama gelen kişileri -ne yaman çelişkidir ki- halka karşı korurlar.
İki haftadır sizlere aktarmaya çalıştığım gezi notlarının son durağı olan Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’daki şehir turumuza; kente panoramik bir bakış sağlayan, tamamlanması 600 yıl sürmüş olağanüstü bir yapı olan St. Vitus Katedrali’nin de yer aldığı tepedeki geniş alandan başladık. Aynı meydanı süsleyen ve yalnız Çek Cumhuriyeti’nin değil Orta Avrupa tarihinin de bir özeti sayılabilecek hanedan sarayları ve görkemli yapıların iki tanesi ayrıca dikkatimizi çekti. Bunlar; Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı köşkü ile karşısında yer alan resmi, çalışma binasıydı. Ayrı bir koruma alanı yoktu. Binlerce turistin gezindiği bir alanda yer alıyor ve ofisler binasına küçük, süssüz, normal bir kapıdan giriliyordu. Cumhurbaşkanı’nın bazı sabahlar köşkten çalışma binasına tek başına ve bisikletle geldiğini öğrendiğimizde, yakın geçmişimizde; süpermarkette kasa kuyruğuna girdiği ya da makam aracını kırmızı ışıkta beklettiği için ‘gösteriş yaptığı’ gerekçesiyle eleştiriye uğrayan devlet büyüğümüzü hatırlayıp ‘neredeeen nereye’ üzüntüsünü duymadık değil.
Çek Cumhuriyeti; uzun yıllar etkin bir Doğu Bloku ülkesi olarak var olduktan ve Çek yazar Milan Kundera’nın o unutulmaz romanı, ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde de anlattığı gibi, Sovyetler’in 1968 yılında Çekoslovakya’yı işgali gibi dönemlerden geçtikten sonra, SSCB’in dağılması ile başlayan Avrupa değişiminden nasibini almış ve 1993 yılında ‘kadife devrim’ diye adlandırılan karşılıklı bir antlaşma ile Slovakya ile yollarını ayırmış.
Ve -deyim yerindeyse- ayağının tozuyla, 2004 yılında Avrupa Birliği’ne kabul edilmiş. Gündelik yaşamda, insan davranışlarında; bir sistemden, tamamiyle karşı bir diğer sisteme bu kadar hızlı geçişin bütün yansımalarını ve eski-yeni anlayışlarının çatışmasını görüyorsunuz. Gerek yüzölçümü (78 bin kilometre kare) gerek nüfus (10 milyon) olarak onda birimiz olan Çek Cumhuriyeti’nde eğitim 6-15 yaş arası zorunlu ve parasız. Ülkede okuma-yazma bilenlerin oranı % 99. Çocuk sayısı, aile başına 1’i aşmıyor. Dolayısıyla kişi başına düşen yıllık gelir 23 bin dolar.
Ama öte yandan 1980’li yıllardan başlayarak bizim ülkemizde de kanımıza işlemeye başlayan ‘köşe dönücülük’ neredeyse bir yaşam felsefesi halini almış. ‘Bütün genellemeler yanlıştır, bu söz de dahil’ aforizmasında da söylendiği gibi; elbette bir ulusu tümüyle genellemek, herkesi aynı potaya koymak büyük haksızlık olur ama aynı dövizi farklı döviz bürolarında 16 Kuron’dan 24 Kuron’a kadar değişen karşılıklarda bozdurduğunuz ya da aynı mesafeye 300 Kuron’dan 1000 Kuron’a kadar değişen taksi ücreti ödediğinizde, bir taraftan kızıyor, diğer taraftan ‘liberal ekonomi’ masallarına aşinalığın getirdiği bir anlayışla, garip bir tanıdıklık duygusu hissediyorsunuz.
Bu kadar sosyal tahlil yeter diyorsanız haftaya; -ve söz- son olarak; Prag’ın gönlümüzde bıraktığı tatları sizlerle paylaşarak bitiriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder