8 Temmuz 2011 Cuma

ZEKİ, ÇEVİK VE AHLAKLI…


Ulu Önder’in; hayatın her alanında ders alınacak, izlenmesi gereken doğru yolu gösteren sözleri vardır. ‘Gençliğe Hitabe’nin hemen her satırı; geleceği aydınlatmak üzere yakılmış bir meşale gibidir. Ne yazık ki, zamanın ve değişen dünya ve Türkiye’nin etkisi ile tüketilen her değer gibi bu sözleri de artık sadece sözlük anlamlarıyla alıp, derinliğine bakma ihtiyacı duymaz olduk. Herhangi bir yerde okuduğumuz ya da duyduğumuz zaman, sadece okuyup duymakla yetindiğimiz ve deyim yerinde ise ‘es geçtiğimiz’ sözlerinden biri de; “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim.”dir. Bu sözde sporla ilgili tek sözcük ‘çevik’tir. Biz bunu algılarız da sporun neden ‘zeka’ ve ‘ahlak’la özdeşleştirilmesi gerektiğini düşünmeyiz. Aramızdaki fark da budur zaten.
O, bunu düşündüğü için Atatürk’tür, önderdir.
Bizleri; sporu sadece izleyici olarak takip eden, şu ya da bu takıma gönül vermiş milyonlarca insanı bir kenara bırakalım, bugün hemen hemen her stat, salon ya da antrenman sahasında yazılı olan bu sözlere, işi bu olan kişilerin, yani sporcuların bile artık görerek baktıklarını sanmıyorum. Öyle olsaydı; spor denilince ülkemizde akla gelen ilk branş olan futbolda, günün moda haber deyişiyle ‘Türkiye’yi sarsan’ şike olayları yaşanmazdı. Kulüp başkanlarından sporculara, aracılardan menajerlere, teknik ekiplerden hakemlere ve daha kim bilir kimlere kadar yayılan bu sahtekarlık ağı elbette çözülecektir ve elbette bu ağın dışında kalan binlerce dürüst, ak spor insanını tenzih ediyorum ama ülkemizde futbol ahlakının derin bir yara aldığı da bir gerçektir. İşin zeka kısmına gelince; bu olaylar, en büyük aptallık başkalarını aptal sanmaktır sözünün ispatıdır. Kısacası şimdilik, bu düğüm çözülene, işin ismi konulana, gerçek suçlular cezalarını çekene kadar Atatürk’ün tanımladığı sporcu tipinin ‘çevik’ olanıyla yetinmek zorundayız.
Tabii işin bir başka yönü de şu: Ülkemizde giderek yaygınlaşan habercilik anlayışı sonucu, yaşanan olaylar ne kadar ağır ve ciddi olursa olsun her şeye magazin gözlüğü ile bakar olduk. Taleplerimiz, tepkilerimiz, arayışlarımız hep ‘gündelik’ çözümler için. Örneğin şike olaylarını protesto için değil, şike olaylarında göz altına alınanları desteklemek için gösteriler yapılıyor. Üstelik hatırı sayılır kalabalıklar toplanıyor.
Bu insanlar; üniversite giriş sınavlarındaki rezaletlerin, her gün geleceğimizi ipotek altına alma tehdidi ile tehlikeli bir şekilde artan cari açığın, demokratik hak gasplarının, ayın ortasını bile getiremeyen emeklilerin, giderek artan işsizliğin, kadın cinayetleri, çocuk sömürülerinin yaşandığı ülkemizin insanları. Ve direndikleri, ayağa kalktıkları, haklarını aradıkları tek olay ‘futbol takımları’. İlginç değil mi?  

Bilgi için dip not: Sporun öğrenilip aktif olarak ve verimli yapılacağı yıl aralığı olan
10-29 yaş arası 27 milyon gencimiz var. Ülkemizde en yaygın spor olan futbolda lisanslı sporcu sayısı 260 bin. Bunlardan 4 bini profesyonel. Yani; her zaman gündemde olan ve büyük paralarla transfer olan sınırlı sayıda futbolcunun dışında kalan sadece 4000 gencimiz iyi-kötü para kazanıp hayatını futbolla sürdürüyor. 27 milyonda 4 bin. Yukarıdaki ağa yakalanmak ne kadar kolay değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder