17 Temmuz 2011 Pazar

FUTBOL...


Ülkemizde spor denilince neredeyse yüzde yüz, akla futbol gelir. Gazetelerin sözüm ona ‘spor’ sayfalarına bir göz atın. Sadece futbol görürsünüz. Televizyonlarda hafta boyu hemen her kanalda ağırlıklı olarak eski futbolcu ya da hakemlerin, akla gelen-gelmeyen her konuda, akla gelen-gelmeyen herkes hakkında fütursuzluğa ulaşan ‘yorum’larını dinleriz. İşini iyi yapan, tarafsız ve dürüst spor adamlarını elbette tenzih ederim ama hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da artık olay spor olmaktan çıkıp magazin halini almıştır.
Bir önceki hafta oynanan maçlardaki neredeyse bütün hakemler bütün kararlarında hatalıdır. Teknik adamlar yanlış kadro kurmuştur. Kulüp yöneticileri ajitasyona varan demeçler verirler. Merkez Hakem Komitesi taraflıdır. Futbol Federasyonu etki altındadır. O futbolcu yeni sezonda o takıma transfer olacağı için iki takım arasındaki hayati maçta oynatılmamıştır. Bir büyük takımın as oyuncusu nasıl olur da rakip takımın yöneticisine selam verir... Bir futbolcu, profesyonel hayatını borçlu olduğu, altyapısından yetiştiği, yıllarca ekmeğini yediği takımdan diğerine transfer olunca ‘ben zaten doğuştan bu takımın taraftarıyım’ diye demeç verir. Hatta, Türkiye’nin yetiştirdiği ender teknik adamlardan biri bile antrenörlüğünün son baharında çalıştırdığı takımdayken, geride bıraktığı iki büyük kulübe rağmen ‘ben zaten hep, taraftarı olduğum bu takımı çalıştırmak istemiştim’ diye demeç verir.
Her yıl, dünya futbolundaki misyonlarını tamamlamış ileri yaşta uluslararası eski yıldızlar, yeni kurtarıcılar olarak ve hayatlarında görmedikleri paralarla ülkemize transfer olurlar. Bir yabancı futbolcunun uçağı Türkiye’ye -örneğin sabahın dördünde- gelir ve hava limanında, insanlığa büyük katkıları olmuş bir bilim adamının, bir sanatçının ömründe görmediği, göremeyeceği bir ilgiyle, onbinlerce taraftar tarafından karşılanır. Onlarla da kalınmaz, yetkinlikleri uluslararası başarılarla taçlanmış, dünyanın en iyi teknik direktörleri yine inanılmaz paralarla ülkemize gelirler. Her iki grup da (futbolcu ve teknik adam) kısa süre sonra, senin, benim, bizim paramız olan milyonlarca euro, dolar vs. tazminatı ceplerine koyarak geldikleri gibi giderler.
Örnek almayı da bilmeyiz. Bu yıl Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Barcelona’nın 18 kişilik kadrosunda bulunan tam on futbolcunun, kulübün altyapısından yetiştiği gerçeği ortadayken hiç bir kulübümüzün doğru dürüst bir altyapısı yoktur. Ülke yönetiminde olduğu gibi futbolda da temele değil, vitrine önem veririz. Halkımızın yarıdan fazlası futbolla yatıp futbolla kalkarken, hiç bir siyasi partimizin (ve tarihimiz boyunca) programında, spora yönelik bir vizyon yoktur. Siyaset ve futbol, sadece hangi liderin hangi takımı tuttuğu ekseninde -ve yine magazinel bir yaklaşımla- kesişir. Hele o liderlerden birisi bir zamanlar futbol da oynamışsa (!) haberciliğin tadından yenilmez.
Kanımıza gimiştir futbol. O kadar ki, 60 yıllık yaşamında sadece iki kere maça giden ben bile, Ayvalık ve spor ilişkisinden söz etme niyetiyle oturduğum masadan böyle bir yazıyla kalkarım. Neyse, başka bir hafaya inşallah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder