23 Temmuz 2011 Cumartesi

ÜYE OLMAYAN GİREMEZ…


Daha önceki yazılarımda birçok kez sözünü ettiğim gibi, çocukluğumuzda ve ilk gençliğimizde Ayvalık’ın her köşesi bizimdi. Mahalleden ya da okuldan arkadaşlarla güzel kasabamızın gitmediğimiz yeri, yüzmediğimiz denizi, çıkmadığımız ağacı, tırmanmadığımız tepesi, girmediğimiz bahçesi yoktu. Sarımsaklı’dan Cunda’ya, tarihini inkar edenlerin, adını kendilerine yakışan bir nefretle andığı Ali Çetinkaya ile özdeşleşmiş İlk Kurşun Tepesi’nden Tımarhane Adası’ndaki kilise yıkıntısına, Macaron mahallesindeki kahvelerden Köprü durağındaki Yelken Kafe’ye, Şeytan Sofrası’ndan (hiç görmediğimiz ama adını bir efsane gibi mırıldandığımız) Çolak’ın çiftliğine, Çamlık’taki Kır Kahvesi’nden Cunda girişindeki (şimdi yerinde yeller bile esmeyen) manastır harabesine, sinemalarından çarşı-pazarına, ‘girilmez’ denilen bazı mahalle içlerinden çıkılmaz denilen tepelerine… koylarına, plajlarına, ormanlarına kadar benim ve arkadaşlarımın ayak ya da kulaç izlerimizin olmadığı herhangi bir köşesi yoktur Ayvalığımızın.
Bütün bu gelişim süreci içinde bizim sınıfımızın çocukları için ulaşılmazlığını, gizemini koruyan, -bir anlamda- girilmez olan bir tek yer olmuştu. Çamlık’taki Tenis Kulübü. Hayatımızda bildiğimiz tek spor ‘deniz’ iken ‘tenis’ büyülü bir sözcük gibi gelirdi bize. Ayrı bir kültür, ayrı bir yaşam biçimi, ayrı bir dünya idi orası. Orası, hayata doğru yürünecek yolların ayrıldığı nokta idi. Üstelik bu sadece varlıkla açıklanabilecek bir şey de değil, adeta bir ‘doğum hakkı’ idi. Bu ve benzeri yerler, ileride… çok ileride koşullarımın girmeye rahatlıkla elverdiği ama içeride bile olsam benim için hala beynimin bir köşesinde ‘girilmez’ etiketini koruyan yerler olarak kaldılar. Yıllar içinde; maddi durumunuz ne olursa olsun ‘üye olmayanın giremeyeceği’ bazı hayatlar olduğunu ve bu durumun, benim Ayvalığımın, benim çocukluğumun, Türkiye’nin büyük aynasının sadece küçük bir yansıması olduğunu yaşayarak öğrendim.
Yukarıda anlattığım olay ve duyguların üzerinden yarım yüzyıl geçmesine karşın hemen hemen hiçbir spor branşında uluslararası arenada kalıcı olan bir tek yıldız bile yetiştiremedik. Bizim ‘Çamlık Tenis Kulübü’ karşısında olduğumuz gibi hep başkalarının hayatlarına ve başarılarına seyirci olduk, seyirci kaldık. Çeşitli branşlarda zaman zaman ateş böcekleri ömrüyle parlayıp sönen bireysel yıldızların dışında ne kurumsal ne ülkesel olarak bir ekolümüz, bir tarzımız, bir imzamız olmadı. Hepsini bir kenara bırakın bir denizler ülkesi olan Türkiyemiz’de yüzücümüz yok.
Çünkü sadece sporcular olarak değil, ülke olarak da başvurduğumuz bütün uluslararası kulüplerin kapısında aynı tabelayı görüyoruz.
Üye olmayan giremez.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder