4 Haziran 2011 Cumartesi

BEKTAŞİ...


Gözümüz aydın. Seçimin arefesinde yine işsizlik oranı düşmüş. Düşmüş de nereye düşmüş? % 11,5’a. Bayılıyorum şu istatistiklere. Rakamlara dayalı, yani matematik, yani mutlak olması gereken bir sistem iken, kim neresinden tutup nereye çekerse farklı bir sonuç ortaya çıkıyor. Tamam işsizlik oranı yüzde on bir buçuk ama iş o kadarla bitmiyor. İki ayrı sınıflandırma daha var aynı döneme dair. ‘Tarım dışı işsizlik yüzde 14,2 olurken, genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 20,6.’ Bitmedi. Bir de gerçek işsiz, geçici işli durumu var. Örneğin ‘Türkiye’de gerçek işsiz sayısı 5 milyon 230 bin kişi. İşsizlerin yüzde 33.6’sını oluşturan ve geçici bir işte çalıştığı için işsiz kalanlar için işsizlik oranı yüzde 44.’ Bitmedi. Daha ‘resmi işsiz’, ‘gayrı resmi işsiz’ sınıflandırması var. Resmi işsiz sayısı; ‘içinde Karabük, Artvin, Erzincan, Kırşehir, Sinop’un da bulunduğu 17 kentin nüfusunun toplamına eşit.’ Yani resmi işsizleri kentlere yerleştirseniz, Türkiye’nin 17 ilindeki toplam nüfus hiçbir ürün ya da hizmet üretmeden, boş boş oturacak. Yine de halimize şükredelim. Ya 2009 yılında Cumhuriyet tarihinde tavan yapan % 14’lük (tabii yine resmi verilere göre) işsizlik oranı olsaydı ne yapardık? Bu arada yine anlayamadığım bir nokta var. İşsizlik oranı geriliyorsa nasıl oluyor da 2003 yılında devralınan % 10’luk oran bugün % 11,5 oluyor.
Haydi yüzdeleri falan bir kenara bırakıp insandan söz edelim. İşsizlik oranı azalıyorsa nasıl olup da aynı dönemde 24 milyon kişilik işgücünden çalışabilenlerin, yani işi olanların sayısı 21 milyon 147 bin kişiden 20 milyon 736 bin kişiye düşüyor?’ Ya da nasıl oluyor da çalışanıyla, çalışmayanıyla Türk halkının, yani benim, sizin, bizim toplam nüfusumuzun ‘% 95’i borçla yaşıyor ve bu oranın da % 30’u bu borcu ödeyemeyecek (yani icra, haciz vb. hukuki uygulamalarla karşı karşıya) durumda? Son bir istatistik: ‘OECD ülkelerinde istihdam oranı ortalama yüzde 66 iken bu oran Türkiye`de yüzde 48 ile en düşük seviyede. Yani Türkiye`deki her 100 kişiden sadece 48`i çalışıyor ya da iş arıyor ama geriye kalan 52`lik kesim sadece tüketici durumunda (referandumun kulakları çınlasın). O yüzden Türkiye`de neredeyse her sokağın başında bir alışveriş merkezi var ve vatandaşlar ne pahasına olursa olsun harcama yapmaya yani tüketmeye yönlendiriliyor.’
Yazarken benim gönlüm bunaldı, eminim okurken de sizin içinizi sıkıntı basmıştır. Gelin; 12 Haziran’da oy vermeye giderken aklınızda bulunması umuduyla, bu yazıyı bir Bektaşi fıkrası ile bitirelim. Bektaşi’ye sormuşlar: “Erenler, iki cins şarap var elimizde. Sen bu işlerden anlarsın, şunların tadına bir bak da hangisi daha iyiyse onu içelim.” Bektaşi birinden bir yudum almış, yüzünü ekşitmiş. “Siz diğerini için.” demiş. “Yahu daha onun tadına bile bakmadın” diyecek olmuşlar. “Hiçbir şarap şu içtiğim kadar kötü olamaz, o yüzden siz diğerini için.
Kaynaklar: TUİK, Türkiye Kamu-Sen, DİSK-AR, Cumhuriyet. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder