Üniversiteye gitmek üzere Ayvalık’ımdan ve baba evimden ayrılmakla başlayan yolculuğum, her insanın yaşam sürecinde olduğu gibi, onlarca şehir ve mekan, yüzlerce kişi, binlerce olayı peşinden sürükleyerek ya da onlarla birlikte sürüklenerek 35 yıl sonra İstanbul’un Kadıköy ilçesinin Moda semtinde son molasını verdi. Bu köşeye ilgi gösteren sevgili okurlar, zaman zaman; Moda’nın coğrafyasıyla, insan dokusuyla ve sosyal yapısıyla Ayvalık’a ne kadar benzediğini anlatışımı okumuşlardır.
Komşuluğun hala var olduğu, esnafın, üç gün görmese merak ve endişeyle “Abi epeydir yoktun, hayırdır kötü bir şey yok ya?” diye sorduğu, aşure ayına girildiğinde hala kapı kapı dolaşılıp evde yapılan aşurenin konu-komşuya dağıtıldığı, gelinlerin sokaktan davul-zurna ile yeni hayatına bir mahalle şenliğiyle uğurlandığı, bitişik düzen apartmanların pencerelerinden insanların birbirine “günaydın” diye seslenip hal-hatır sorduğu, -inanması zor gelebilir ama- sabahları serçe, kumru, iskete, güvercin seslerine kargaların arada bir ‘ne oluyor orada’ ciddiyetiyle bağırmalarının ve martıların biteviye oynak ve hoppa çığlıklarının karıştığı bir semttir Moda. Bir özelliği daha vardır Moda’nın: Kıyıda köşede, çocukluğumun Ayvalık’ında bıraktığım -ve belki birçoğu artık kasabamızda bile var olmayan- mesleklerin varlıklarını sürdürdüğünü görürsünüz.
Herşeyden önce; bir ‘sahaflar cenneti’dir burası. Sahaf demek, geçmişin, insanlık ve kültür mirasının belleği demektir. Küçük, köhne, sıkış tepiş dükkanlara girdiğinizde önce hafif bir küf ve rutubet kokusu karşılar sizi. Sadece sahafın bildiği karmakarışık bir düzenle sıralanmış, yığılmış binlerce kitabın tozudur duyduğunuz. Yıllar boyu kimbilir hangi ellerin dokunduğu, hangi gözlerin üzerinde gezindiği, yazanı ve okuyanıyla, her birinin; yaşanmış ya da yaşanamamış aşkları, acıları, sevinçleri, huzurları, kavgaları, yıkım ya da başarılarıyla kendi hikayesinin yükünü taşıdığı kitaplardan oluşan bir anılar mabedine girersiniz. Birden 40 yıl önce okuduğunuz ve sizde bıraktığı izin peşinde izini yitirdiğiniz bir kitapla karşılaşırsınız bir köşede. Gözleriniz dolar. Belki -ve büyük bir olasılıkla- tekrar okusanız aynı tutkuyu hissetmeyeceksinizdir. Çünkü o da 40 yıl geride kalmıştır, ‘eski’dir, bilirsiniz ama önemli olan kavuşmaktır. Eski bile olsa hala vardır ya, yeter.
Zaten benim yaşımda olan kişiler, çoğu zaman sohbetlerine
-karşısındakileri sıkma pahasına- “Eskiden...” diyerek başlarlar. “Eskiden macuncular vardı, kunduracılar vardı, yorgancılar, bileyiciler, kalaycılar, kolonyacılar, bahçıvanlar, pamuk atıcılar vardı...” Evet eskiden, Ayvalık’ta da,
50 yıl sonrasının İstanbul’unda, şimdi yaşadığım küçük ‘kasabamda’ birçoğu hala var olan bu ve benzeri onlarca esnaf vardı. Bugüne kadar bu satırlara yansıyan onca eski dostun yanı sıra sizlere daha; ‘Kalaycı Sami’lerden, Kunduracı Hüsnü’lerden, Bahçıvan Ahmet’lerden...’ söz edeceğim. Onlar yaşamış, iz bırakmış kişilerdi, Ayvalıklılardı, bizdendiler. Unutulmamayı hak ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder