Türk Dili’ne ait en sevdiğim sözcüklerden biri “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu”dur. Zaman içinde bire bir ifade ettiği anlamı aşıp hayatın birçok kesitinde kullanılır olmuştur. Hiç ummadığımız bir durumda hiç ummadığımız bir kişiden gelen yine hiç ummadığımız bir davranış biçimiyle karşılaştığımızda,
-halk ağzıyla söylemek gerekirse- bir kazık yediğimizde serzenişimizi bu sözle ifade ederiz. Tüfekler icat edilmeye devam eder ve biz; ‘Yenilik’ adına eski değerleri görmezden gelir, güzelim alışkanlıklarımızı unutur, kültür miraslarımızı reddederiz. İnsan sorgulamadan edemiyor. Bir taraftan çağın gereği olan yeniliklere alışır ve hayatımızın bir parçası haline getirirken diğer taraftan eskiye de sahip çıkamaz mıyız? Biri mutlaka diğerinin alternatifi olmak zorunda mıdır? Her şeyin otomatiğinin, fabrikasyonunun yapılması, diğer bir deyişle her şeyin ‘hazır’ının bulunması geçmişimizi inkar etmemizi mi gerektirmektedir?
Bu düşünce akışı bizi konu başlığımız olan ‘Eskiden...’ e getiriyor. Evet, gündelik yaşamımıza çağın getirdiği yenilikler ne yazık ki öte yandan birçok eski meslek ve ustalarının mağlubiyetiyle sonuçlandı. Bize düşen, hiç değilse onları bize yaşattıkları güzelliklerle hatırlayarak ve hatırlatarak yad etmek.
Eskiden, Anadolu’nun hemen her köşesinde olduğu gibi Ayvalığımızda da, yaşarken değerini bilemediğimiz portreler vardı. Örneğin bugünkü Atarabacılar Meydanı’nın karşısında bir kalaycımız vardı. İlkokul arkadaşım Erdal’ın babası Kalaycı Sami. Önce alüminyum, sonra emaye, çelik ve teflonla mertlikleri bozulmadan önce tencerelerimizi tavalarımızı Kalaycı Sami’ye götürür, pırıl pırıl alırdık. Şimdi artık yok. Yine aynı meydanda bisiklet ve motorsiklet kiralayan bir bisikletçi vardı. Sahip olmaya gücümüzün yetmediği bu çocukluk ve gençlik heveslerimizin yola çıkış noktasıydı. Şimdi artık yok. Avcılık va Atıcılık Kulübü’nün hemen karşı köşesinde bir leblecimiz vardı. Günün moda deyişiyle ‘kuru yemişçi’ değildi o. ‘Leblebici’ydi. Akşam üzeri İstiklal İlkokulu’ndan çıkıp eve dönerken, dükkandan dışarıya yayılan o; diş kırsa da tadına doyulmaz, Ayvalık dışında hiçbir yerde görmediğim, tatmadığım, lezzeti kokusunda gizli Girit Leblebisi’nin kavurma rayihası çağırırdı bizi. Şimdi artık yok. Sabahın erkeninde pazardan yüklediği sebze ve meyveleri, Ayvalık’tan Çamlığa kadar, artık emektar atının bile ezbere bildiği bir güzergahı izleyerek mahalle mahalle gezip satan, bütün yol boyunca her mahalledeki her evin hanımının ismini ezbere bilen, nabza göre şerbeti tam kararında veren bir Bahçıvan Ahmet efendimiz vardı. “41 Evler’in gülü geldi” diye bağırırdı bizim mahalleye girdiğinde. Şimdi artık yok.
Daha, ilerideki yazılarımda, bilenlere hatırlatacağım, bilmeyenlere tanıtacağım çok hemşerimiz var. Birçoğu ve icra ettikleri meslekleri şimdi artık yok! Ne yazık, bizde ‘eski’ olan ‘yok’ oluyor. Zaten biliyor musunuz, tüfekler icat olunmaya devam ettiği sürece ‘nostaljinin bile eski tadı yok’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder