Sevgisiz bir toplum olduk. En klasik benzetmeyle; ‘patlamaya
hazır barut fıçısı’ gibiyiz. Sokakta, işyerinde, otobüste, vapurda,
okulda, stadyumda bu fıçıcıklardan yüzlercesi, binlercesi var.
Ne yazık ki içleri; o güzelim çocuk tekerlemesinde olduğu gibi
turşucukla değil, hoşgörüsüzlükle, öfkeyle hatta bazen şiddetle
dolu. Elbette bu duruma gelişimizde geçim gailesinin, ekonomik
zorlukların, yönetim boşluklarının, adaletsizliklerin, hayata karşı
kendimize özgü bir duruşumuzun olamayışının etkisi var.
Ama inanın bütün bu zahiri nedenlerin hepsinin altında, derinlerde
bir yerde, deriiiin bir sevgisizlik yatıyor.
SEVMİYORUZ… İşverenimizi sevmiyoruz, işçimizi
sevmiyoruz, öğretmenimizi, öğrencimizi sevmiyoruz, yöneticimizi,
yönettiklerimizi sevmiyoruz, komşumuzu -o da ne kadar kaldıysa-
sevmiyoruz. Kısacası, birbirimizi sevmiyoruz. İnsanı rafine eden
değerleri; resimi, müziği, edebiyatı, hele hele heykeli hiç sevmiyoruz.
Sonuç ya da başlangıç olarak; ‘kendimizi’ sevmiyoruz ve hatta…
Sevgilimizi sevmiyoruz.
ÖPÜCÜK… Bilirsiniz; Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları
hastahanesinin bahçesinde bir heykel vardır: ‘Düşünen Adam.’
19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında yaşamış olan heykeltıraş
Auguste Rodin’in bu başyapıtının orijinali, Paris’te kendi adını
taşıyan müzede sergilenmektedir. Bahçesinden içerideki
salonlarına kadar tutku ve yeteneğin üstatlık derecesindeki
ürünlerinin sergilendiği bu müzenin benzersiz yapıtlarından biri de;
‘The Kiss-Öpücük’ adlı bir heykeldir. Birbirine sarılmış bir erkek
ve kadının nasıl masum, nasıl ürkek, nasıl sevgili öpüşmelerinin
arşısında gözleriniz dolarak durursunuz. Karşınızdakinin
‘taş’ olduğunu unutursunuz. Saf sevgidir gördüğünüz.
Döner yanınızdaki sevgilinize bakarsınız.
O 55 siz 60 yaşındasınızdır ne gam.
Ve şükredersiniz Tanrı’ya. İnsanın özüne ‘sevgi’yi koyduğu
için. Size bu sevgiyi ve bu sevgiliyi bahşettiği için. Bunun farkına
varacak aklı verdiği için. Ve farkında olamayanlar için buruk bir
üzüntü duyarsınız. Kendi karanlık düşüncelerinde sevgiyi sadece
‘seks’,sevgiliyi ‘ahlaksızlık’, sevmeyi ‘ayıp’, içimizdeki gizli kalmış,
bastırılmış bu yüce duyguyu senede bir gün olsun hatırlamayı,
hatırlatmayı ‘günah’ sayan, bunun tüketimi artırmak için icat edilmiş
bir Batı öykünmesi olduğu gibi kalın kalın laflar eden anlayışa
gülemezsiniz bile. Çünkü esas tüketilenin ‘sevgiler’, tükenenin
‘sevgililer’ olduğunu bilirsiniz. Evet sevgili dostlar; 14 Şubat
-hakkında ne gibi teoriler üretilirse üretilsin- Sevgililer Günü.
Gelin bugün; başta yazdığım döngüyü geriye çevirmeye başlayalım.
Yaşımız kaç olursa olsun, sevgilimizi sevelim, kendimizi sevelim,
birbirimizi sevelim ve dışarıya doğru genişletelim bu haleyi.
Ünlü antropolog ve toplumbilimci Desmond Morris’in
“Sevmek dokunmaktır.” ya da Sait Faik ustanın;
“Bir insanı sevmekle başlar her şey.” sözlerini hatırlayarak…
Sevgililer gününüz ve ömrünüz sevgi dolu geçsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder