Özellikle son yıllardaki yerleşim atağı, İstanbul ve Ankaralı sanatseverlerin
katkılarıyla canlanan kültür sanat faaliyetleri, sahil boyunca sıralanan benzersiz balık lokantaları ile Cunda ayrı bir dünyadır. Bu dünyanın neredeyse merkezinde yer alan bir yapı vardır. Yerlisinin gönlündeki, yabancısının gözündeki değeri farklı, ‘içinden kırlangıç geçen’ bu mekanın adı Taş Kahve’dir. Ama bugünkü yazının konusu bu Taş Kahve değil. Cunda’yı ve Cunda’nın Taş Kahvesi’ni başka, bağımsız bir yazıya bırakalım ve gelin bugün size ancak eski Ayvalıklılar’ın hatırlayabileceği, Ayvalık’ın Taş Kahvesi’nden söz edeyim. Çünkü bizim kuşağımızın çoçukları ve onların çocuklarından oluşan yeni nesiller ile Ayvalık’a sonradan gelip yerleşenler Ayvalık’ın sadece (Cunda’daki Taş kahve gibi) bu gününü, haydi olsun olsun dününü bilirler. Ama insanımızın arasında coğrafya ayırımı yapılmadığı, bu topraklarda yaşayan herkesin bu toprağın evladı olduğu geçmişin Türkiyesi ve onun bir parçası olan geçmişin Ayvalık’ını bilmeyenlere anlatmak, öğretmek, bilip de unutanlara hatırlatmak yarınımız için çok önemlidir.
Bugün Halk Bankası’nın olduğu köşede eskiden geniş, ferah bir kahvehane vardı. ‘Taş Kahve.’ Adını; sahipleri ve işletmecileri olan Doğu Anadolu kökenli ailenin soyadı olan ‘Taş’tan alıyordu. Ailenin benim hatırladığım bireyleri (adları benim 60 yıllık belleğimden de düşmüş olan diğer üyelerinin bağışlaması dileğiyle) Mehmet, Hasan ve Mustafa Taş kardeşlerdi. Elbette her birinin, kimi benden büyük, kimi yaşıtım olan çocuklarıyla kendi çekirdek aileleri de vardı ama bu Doğu ekspresinin lokomotifi Mehmet Taş idi. İki girişi vardı Taş Kahve’nin. Biri şimdiki taksi duraklarının yanından, diğeri çarşıya giden yolun başından. Üst katında da hem kahvenin içinden hem de dışarıdan müstakil girişi olan ve yine aynı ailenin işlettiği otel yer alıyordu. Taş Kahve’nin içi, üç basamakla inilen iki kattan oluşuyordu. Tam ortada; giren çıkan herkesi ve her şeyi denetleyen dikkatiyle Mehmet Taş’ın ocakçılığını yaptığı çay ocağı vardı. Gün boyu kahvaltısını etmeye gelen, iş arayan, bir soluklanma molası veren, evlerinde yedikleri akşam yemeği sonrası ‘kahveye çıkan’ yüzlerce insana ev sahipliği yapardı Taş Kahve. Hasan Taş; iri gövdesi, sakin halleriyle herkesin sevgi ve saygı duyduğu, ailenin bilgesiydi. Mustafa Taş, yüzünden hiçbir zaman eksik etmediği gülümsemesini oğulları ve sevgili arkadaşlarım olan mimar İsmail Taş ve Belediye’de yıllarca hizmet vermiş Suat Taş kardeşlerime de miras bırakmış, uzun boylu, maharetli bir marangozdu.
Onlar; nereden gelmiş olurlarsa olsunlar ‘Ayvalıklı’ idiler. Taş Kahve sadece; gün boyu ‘çay, kahve, tarçın, ada çayı, somata’ seslerinin duyulduğu bir kahvehane değil, sosyal bir paylaşım mekanı, Taş ailesi de sadece birer işletmeci değil, zorda kalan herkese el uzatan dürüst ve yürekli insanlardı. 1950 yılında; genç karısı, üç çocuğu, Cilavuz Köy Enstitüsü’nde bu vatan için feda ettiği sakat bacağı, denklere sarılmış üç-beş parça eşyasıyla Ayvalık’a yanaşan bir gemiden savrulmuş, hayatlarında ilk kez Batı’ya gelmenin şaşkınlığı ile nereye gideceğini, ne yapacağını bilmez bir ürkeklik içinde rıhtımda bekleşen öğretmen Zakir Güven’e de ilk el uzatan Mehmet Taş olmuştu. Bütün aileyi; Macaron mahallesinde bir ev bulana kadar otelinde barındırmış, ihtiyaçlarıyla aileden biri gibi ilgilenmişti. O evin ilk eşyası da Taş Kahve’den verilen küçük, yuvarlak, demir bir yemek masası idi. O masa, ne yazık ki ülkemizde artık geçmişte kalan kardeşlik ve dayanışma günlerinin demir gibi sağlam bir anısı olarak Ayvalık’taki baba evimde hala duruyor. Bir zamanlar Ayvalık’ta bir ‘Taş Kahve’ olduğunun unutulmaması dileğiyle bu yüce gönüllü ailenin kaybettiğimiz fertlerine Tanrı’dan rahmet, yaşayanlara sağlık diliyorum.
çok güzel...
YanıtlaSil