16 Ekim 2010 Cumartesi

AYVALIK ve SİNEMA-2


Geçen hafta Yeşilçam’ın Ayvalık’ı birçok kez doğal plato olarak kullandığından, güzel kasabamızda sayısız film, dizi çekildiğinden söz etmiş ve 1963 tarihli ‘Üç Çapkın Gelin’ filminin bende bıraktığı izlerden söz etmiştim. Bu filmin çekimi süresince babamın girişimi ve Öztürk Serengil’in mütevazı yaklaşımı sonucunda dönemin yıldızları ile ailemiz arasında kurulan gönül bağı sayesinde...
... Zaten meraklı olduğum çizgi roman ve sinema tutkumun kökleri iyice derine uzanıyor o günlerde ve yarım yüzyıldır aralıksız büyüyor. 12 yaşında bir kasaba çocuğu için rüya ötesi bir heyecan. Küçük aklımla gidip kitapçı Şerafettin ağabeyden aldığım hatıra defterini birer birer hepsine verip benim için birkaç cümle yazmalarını rica ediyorum. Kırmıyorlar. Ahmet Tarık Tekçe defteri istediğinde çocuk pervasızlığıyla; “İstemem, sen kötü adamsın!” diyorum. Bilgece gülümseyerek; “Getir Çavuş getir. Değerini ileride anlarsın.” diyor ve defterimin bir sayfasını dolduruyor. Artık o kadar bizden olmuşlar ki mahalledeki -yaşayan büyüklerimin beni bu yaşımda hala öyle çağırdıkları- ‘Çavuş’ takma adımı bile öğrenmiş olduklarını o sırada düşünemiyorum bile. Bu arada; yüzünü bir kez bile görememiş olsam da, ismiyle birlikte lakabını da miras aldığım, İstiklal Savaşı Gazisi dedem Hüseyin Çavuş’u ve bu öyküyü bildiği için beni ilk kez bu lakapla çağıran ve bu yaşıma kadar onurla taşımama neden olan mahallemizin sevgili büyüğü Nihat (Ezer) amcamı da rahmetle anıyorum.
ADANALI TAYFUR... Filmlerde çizdiği, örneğin Adanalı Tayfur gibi, umursamaz, gamsız, hatta biraz da hilebaz karakterlerin aksine tam bir beyefendi olan Öztürk Serengil bir akşam üstü  sohbetinin sonunda babama; “Hocam”, diyor “Birkaç güne kadar film bitiyor. Bize gösterdiğiniz konukseverliğin bedelini zaten ödeyemeyiz ama izin verin Çavuş’un bir resmini yapayım, hatıram kalsın sizde”. Öztürk beyin; çoğu kimsenin bilmediği bir ustalığını daha öğreniyoruz. Tam bir karakalem üstadı. Ve hiç yüksünmeden üç gün üst üste gelip bana poz verdiriyor. Büyük bir sabır ve ciddiyetle karakalem bir portremi yapıyor. Her güzel şey gibi benim bu unutulmaz günlerim de çekimlerin bitmesiyle sona eriyor. Kapri’de yapılan veda yemeğine ailece onur konukları olarak davet ediliyoruz. Gece boyunca adeta yıllar sonra yazılacak bu yazıya malzeme toplarcasına bir yıldızdan bir yıldıza koşuyorum. Film vizyona girdiğinde Kulüp sinemasında izlemeye gidiyoruz. Hep adet olduğu üzere filmin figürasyonunda Ayvalıklılar da rol almışlar ve sinemanın, sobayla ısıtılan geniş salonunda; beyaz perdede kendilerini ya da komşularını gören Ayvalıklıların neşeli kahkahaları çınlıyor.
SAMANYOLU... Bugün (sinemaya değerli katkıları olan yönetmen, oyuncu ve çalışanları ayrı tutarak) boyalı basının malzemesi olan ve kendilerine sanatçı denilen topluluğun yanında, çocukluğumun bu; öylesine naif, sevecen aydınlık insanlarını sevgiyle anıyorum. Başta; ne yazık ki İstanbul’a döndükten kısa süre sonra intihar eden büyük komedyen Suphi Kaner olmak üzere kayıp giden ve samanyolundaki yerlerini alan bu büyük yıldızlar, ışıklar içinde yatsınlar. Yaşayanlar, varolsunlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder